Yapılan çalışmalarda aşk genel olarak “bir gizem”,“psikolojik bir zihin meşguliyeti”, “duyguların en anlamlısı ve en derini” “insan varlığının temel bir yönü”, “herkesin bildiği, hiç kimsenin hakkında bir şey söyleyemediği şey, bir çeşit tutum” olarak değerlendirilmektedir. Ancak, 1950’li yıllardan bu yana devam eden çalışmalara karşın, kavramın hâlâ evrensel bir tanımının yapılamadığı ve ortak bir paydada buluşulamadığı görülmektedir.
Aşk karmaşık ve çok yönlü bir olgu betimsel olmaktan çok teorik bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğrudan gözlenemez, fakat gözlenebilir davranışlardan yorumlanabilir. Bu çıkarsama süreci hem bilim insanları hem diğerleri için de tehlikelidir. Bütün bunlarla birlikte aşk araştırmada genel olarak toplumsal olarak yapılandırılmış bir fikir, bilişsel, duyuşsal ve davranışsal bileşenleri olan bir olgu olarak ele alınmıştır. Aşkın bütün çağlarda ve bütün kültürlerde geçerli olan ortak bir tanımı yoktur. Aşk özellikle dış faktörlerden etkilenir. Kişinin içinde yaşadığı sosyal bağlam aşk deneyimini ve aşk tanımını etkilediği için kültürler arası ve aynı kültürde gruplar arası farklılıklar beklendiktir.
Türkiye’de Aşk Nasıl Algılanır?
Türk toplumuna gelince aşk tutumları ve davranışları konusunda bilinenler çok azdır. Onur (2005)’un belirttiği gibi, tarihsel süreçte özellikle dinin etkisi ile kadınlar ve erkekler birbirlerinden ayrı toplumsallaşmak zorunda kalmışlar ve birbirleri hakkında gerçek dışı imgeler geliştirmişlerdir: Cinselliksiz, meleksi, dokunulmaz bir kadın, tehlikeli, incitebilir, yaralayabilir bir erkek. Bununla birlikte son iki yüzyıldır süregelen modernleşme hareketlerinin kadın-erkek ilişkilerinde birtakım değişimlere yol açtığı söylenebilir.Bu değişimdeki en önemli eksen olarak kadın imgesini görmektedir; “değişim, soyut ve cinselliksiz kadından somut kadına doğru olmuştur”. Ancak Türk toplumunda cinsiyetler arası ilişkilerin düzenlenmesi bağlamında batıda yaşanan gelişmeler hiçbir zaman yaşanmamıştır. Son zamanlara kadar ve önemli ölçüde hâlâ farklı cinsiyetten bireyler toplumsallaşma sürecinde daima birbirinden ayrı tutulmuşlar, belirli bir yaşa geldiklerinde ise karşı cinsten birileriyle yakın ilişkiler kurmaları beklenmiştir.Öyle ki toplumsal ekonomik değişimlerle birlikte yaşanan siyasi ideolojik gelgitler diğer yaşam alanlarında olduğu gibi karşı cinsle ilişkiler alanında da kendisini hissettirmektedir .
0 yorum:
Yorum Gönder