15 Mayıs 2012 Salı
Bilimsel açıdan aşkın incelenmesi
Aşkı genelde şiirlerden, romanlardan, destanlaşmış aşk hikayelerinden,kalbi kırılmış bestekârların şarkılarından ve bazen de kendi tecrübelerimizden öğreniyoruz.Kimi aşktan dans edip sarkılar söylüyor, kimi sevdiği ile bir arada olduğu için bulutların üstünde uçuyor.Kimi sevgisine karşılık göremediği için yemeden içmeden kesiliyor.Kimi sevdiğine kavuşmak için evini barkını terk edip kaçıyor.Kimi sevdigini öldürüyor, kimi kendini.Peki türümüzün bu evrensel özelliği hakkında modern bilim neler söylüyor?Kalbimizle mi yoksa beynimizle mi âşık oluyoruz?Aşk acısı gerçek mi? Ya gücü
Leyla ile Kays göçebe bir Arap ka-bilesinde dünyaya gelirler. Çocuk-lukları birlikte geçer. Kabileleri-nin sürüsünü güderler birlikte. Zaman-la Leyla ve Kays birbirlerine âşık olur.Şair ruhlu Kays, Leylası için şiirler yaz-maya başlar. Şiirleri o kadar güzeldir kiduyanlar onları ezberleyip tekrarlamak-tan kendilerini alamaz. Birbirlerine karşıduydukları bu derin sevgiyi ömür boyubirlikteliğe dönüştürmek isteyen Kays,Leyla’yı babasından ister. Fakat böyle birbirlikteliğin geleneklere aykırı, o nedenlede imkânsız olduğunu belirten Leyla’nınbabası onun bu isteğini reddeder. Bir süre sonra Leyla istemediği haldebaşka bir kabileden zengin bir tüccar ileevlendirilir ve kabileden ayrılır. Leyla’nınevlilik haberini duyan Kays deliye döner.Kabileyi terk edip yakındaki bir çölde do-laşmaya başlar. Uzun bir süre ondan ha-ber alınamaz. Onun için günlerce çöle yemek bırakan ailesi de artık ondan ümidikeser. Arada bir Kays’ı şiirler okurken ve-ya kum üzerine çubukla şiirler yazarkengördüklerini söyleyenler olur. Kays’ın şi-irleri dilden dile dolaşır, ama artık o halkarasında, Arapçada deli anlamına gelen“Mecnun” ismiyle anılıyordur.Ayrılık acısına ve hasrete dayanama-yan Leyla hastalanıp yataklara düşer. Kı-sa bir süre sonra da yaşama veda eder.Mecnun’un ölü bedeni ise kim olduğu bi-linmeyen bir kadının mezarı başında bu-lunur. Mezarın yanındaki bir taşın üzeri-ne kazınmış, üç kıtadan oluşan bir de şi-ir bırakmıştır geriye Mecnun. Leyla ve Mecnun hikayesi aslında ya-şanmış bir olaya dayanıyor. Mecnun’un688 yılında öldüğü tahmin ediliyor.Onların hikâyeleri aradan geçen asır-lar boyu çok sayıda yazara ve şaire il-ham kaynağı olmuş, olmaya da devamediyor. Leyla ve Mecnun’unkine benzerhikâyelere dünyanın dört bir yanındanfarklı kültürlerde de rastlıyoruz. Ferhatile Şirin, Romeo ve Juliet, Paris ve He-len, Meilan ve Chang Po bunlardan sa-dece birkaçı.Yazılı en eski aşk şiiri İstanbul Arke-oloji Müzesi’nde. Günümüzden yaklaşık4000 yıl önce Sümerce yazılmış bu şiirdesevgiliye:“Kalbimin sevgilisiGüzelliğin büyüktür baldan tatlı…”diye sesleniliyor.İlkel kabilelerin aşk kavramı moderntoplumlarınkinden farksız. Polinezya’nınCook Adaları’nda yaşayan Mangaia ka-bilesinde “aşk için ölmek” anlamına ge-len bir kelime dahi var. Halk müziği-mizden sanat müziğimize, pop müziği-mizden arabeske, şarkı ve türkülerimi-zin neredeyse tamamına yakını roman-tik sevgiyi anlatıyor. Yaşamış olsak da ol-masak da hepimiz aşkın ne demek oldu-ğunu biliyoruz. Ancak sevginin ve aşkınne demek olduğunun açık ve net bir ta-nımını bulmakta zorlanıyoruz. Sophok-les “bu dünyanın yükünden ve acısındanbizi kurtaran tek bir kelime var, o da sev-gi” diyor. Platon ise “aşkın dokunuşuy-la herkes bir şair olur” diyor, ama dahasonra aşkı “zihinsel bir hastalık” olaraktanımlıyor. Bilim insanlarının gözündeise aşk “kimyasal, bilişsel ve amaçlı-dav-ranış bileşenleri olan karmaşık ve ödül-lendirici bir duygusal durum” veya “me-meli beyninin eş seçim sistemi”.
İlk Görüşte Aşk
Psikologlar uzun bir süredir, bizimleaynı etnik kökenden ve sosyoekonomiksınıftan olan, bizimle benzer zekâ düzeyine ve benzer dini inançlara sahip, dahası görünüm açısından da bizimle benzerseviyede (yakışıklılık veya güzellik) kişilere karşı özel ilgi duyduğumuzu bildiriyor.Fakat bütün bu özellikler açısından benzer kişilerin olduğu bir ortamda olduğumuzda bile, içlerinden sadece birine veyaikisine karşı özel ilgi duyuyoruz.Karşılaştığımız birinin çekici olup olmadığına saniyenin beşte biri gibi olağanüstü kısa bir sürede karar veriyoruz.Değişik kültürden insanlarla yapılan çalışmalar, genelde insanların simetrik yüzyapısını çekici bulduğunu gösteriyor. Bunun gerisinde muhtemelen simetrininsağlıklı olmanın, dolayısıyla iyi bir genetik yapının göstergesi olması yatıyor. İlginç bir şekilde fiziksel özellikleri bizebenzeyen insanları çekici buluyoruz. Birçalışmalada kişilerin fotoğrafları bilgisayar ortamında karşı cinse dönüştürülüyor. Örneğin bir erkeğe yüz özelliklerinesadık kalınarak kadın görüntüsü veriliyor.Denekler fotoğrafların kendi fotoğraflarının karşı cinsten görüntüsü olduğunufark etmediği gibi, yine kendilerini (yanikarşı cins hallerini) seçiyor. Çekicilik konusunda önemli bir diğer özellik ise sesimiz. Kadınlar geniş omuzlu, erkeksi yüzlü ve ince belli erkeklerin seslerinden hoşlanıyor, erkekler ise ince belli, geniş kalçalı ve genç kadın sesini ilgi çekici buluyor.Kişinin vücut kokusu da onlar hakkındaki düşüncemizi etkiliyor. İsviçre’de yapılan bir çalışmada bir grup üniversitelikız öğrenciye erkek öğrencilerin iki günboyunca giydiği tişörtler koklatılıyor. Kızöğrenciler kendi bağışıklık sistemlerin den farklı bağışıklık sistemine sahip erkek öğrencilerin tişörtlerinin kokusunubeğeniyor. Çalışmayı yürüten araştırmacılar bunun gerisinde farklı iki bağışıklıksisteminin birleşmesiyle çok daha güçlübir bağışıklık sistemine sahip, sağlıklı çocuklar dünyaya geleceği gerçeğinin yattığını bildiriyor. Bu da türümüzün devamlılığını sağlıyor.Peki nasıl âşık oluyoruz veya âşık olduğumuzda beynimizde neler olup bitiyor? Bu sorulara cevap bulmaya çalışan ilk bilim insanlarından biri RutgersÜniversitesi’nden antropolog Helen Fisher oldu.
Aşkın Molekülleri
Fisher romantik sevginin evrensel olduğunu ve beyindeki özel bir takım moleküllerin ve sistemlerin eseri olduğunudüşünüyordu. Fisher’in hipotezi, beyindeki sinir hücreleri arasında mesaj iletimini sağlayan ve nörotransmiter adını verdiğimiz moleküllerden üçünün(dopamin, norepinefrin ve serotonin)romantik sevgide rol aldığı şeklindeydi. Fisher, mutluluktan uçma duygusunun, uykusuzluğun ve iştahın azalmasının gerisinde beyindeki dopamin ve norepinefrin miktarının artmasının olduğunu ve benzer şekilde âşık olan bir kişinin yatıp kalkıp sevdiği kişi hakkında düşünmesinin gerisinde de beyindeki serotonin etkinliğindeki azalma olduğunu öngörüyordu. Bu üç nörotransmiterin seviyesinin beynin hangi bölgelerinde daha yaygın olduğunu bildiği içinaraştırmasında o bölgelere yoğunlaşacakve âşık olan birinin beynini incelediğinde bu bölgelerden hangisinin daha aktifolduğunu belirleyerek bu üç nörotransmiterden hangisinin romantik sevgiderol oynadığını bulacaktı.Fisher’in planı şöyleydi. Âşık olmuşdeneklere sevdiklerinin fotoğraflarını veolumlu veya olumsuz herhangi bir duygu beslemedikleri, tanıdık birinin fotoğrafını gösterecek, denekler bu fotoğraflara bakarken işlevsel manyetik rezonans(fMRI) ile beyinlerinin görüntülerini elde edecekti. fMRI tekniği beyindeki oksijen tüketimini belirler. Beynin, üzerinde çalışılan işlevden sorumlu bölgesi diğer bölgelere göre daha fazla çalışacağı vedaha fazla oksijen tüketeceği için oksijentüketimindeki artış sayesinde beynin o işlevle ilgili bölgesi de keşfedilmiş olur. Delicesine âşık olanların bu duygularının,herhangi bir duygu beslemedikleri kişilerin fotoğraflarına baktıklarında hissettiklerini etkilememesi için de deneklere buiki fotoğraf arasında büyük bir sayı gösterilip (örneğin 8421) bu sayıdan her defasında yedi çıkararak geriye doğru saymaları istenecekti. Böylece beynin dikkati tamamen dağılmış olacak, bir bakıma beyin güçlü aşk duygularından kısa süreli deolsa arındırılmış olacaktı.Üniversitede değişik noktalara duyurular asarak deney için gönüllüler bulmaya çalıştılar. Kriterlerden biri deneklerinyakın bir zamanda âşık olmuş olmasıydı, diğeri ise uykuları kaçacak ve yemeden içmeden kesilecek kadar delicesineâşık olmuş olmalarıydı. Ayrıca herhangi bir nedenle beynin kimyasını değiştirebilecek ilaç kullananlar ve solaklar çalışma dışı bırakıldı. İlaçlar da solaklık dabeynin organizasyonuna etki edebileceğiiçin sonuçlarda hataya neden olabilirdi.Kısa bir sürede bu kriterlere uyan çok sayıda gönüllü çalışmaya katılmak için başvurdu. Fisher denekleri seçerken ilk olarak onlara ne kadar süredir âşık olduklarını sordu. İkinci sorusu ise günün kaç saatini âşık olduğu kişiyi düşünerek geçirdikleriydi. Çünkü Fisher’e göre saplantılıolmak romantik sevginin temel öğelerindendi. Bu nedenle uyanık geçen her anında âşık olduğu kişiyi düşündüğünü söyleyen denekler hemen deneye alındı.Denekler önce 30 saniye sevdiklerininfotoğrafına baktı. Onlar fotoğrafa bakarken beyinleri görüntülendi. Daha sonraekranda onlara büyük bir rakam gösterildi ve 40 saniyelik sürede geriye doğrusaymaları istendi. Geriye sayımın ardından 30 saniye süreyle herhangi bir duygubeslemedikleri birinin fotoğrafına baktılar. Bu sürenin sonunda tekrar geri sayımişlemini yaptılar, fakat bu sefer süre 20 saniye ile sınırlı tutuldu. Her bir denek içinbu işlem altı defa tekrarlandı ve sonuçtaher bir deneğin değişik beyin bölgelerineait 144 görüntü elde edildi.Denekler sevdiklerinin fotoğraflarınabaktıklarında beyinlerinin birçok bölgesinde oksijen tüketimi arttı. Ancak beyinde özellikle iki bölgedeki etkinlik dikkatçekiyordu. Bu bölgelerden biri beynin içkısmında, merkezine yakın bir yerde bulunan, C harfi şeklindeki “kaudat nükleus”, diğeri ise beynin “ödül sisteminin”önemli bir parçası olan ventral tegmentalbölge (VTA) idi. Kaudat nükleus beyninoluşum açısından en eski bölümlerindenbiridir ve diğer hayvanlarda da aynı işlevleri yerine getiren yapılarla büyük benzerlik gösterir. Yakın bir zamana kadar kaudat nükleusun sadece vücut hareketleriniyönettiği düşünülüyordu. Ancak son yıllarda beynin bu bölgesinin uyarılma, zevkhissetme ve ödül elde etmek için güdülenme gibi işlevleri yöneten “ödül sisteminin” önemli bir parçası olduğu keşfedildi.Görüşmelerde sorulan sorulara verdikleri cevaplardan şiddetli bir aşk yaşadıkları anlaşılan deneklerin kaudat nükleusları diğerlerine oranla çok daha etkindi.Âşıkların beyinlerinde üst düzeyde etkinolduğu bulunan ikinci bölge olan VTA dayine beynin ödül sisteminin önemli birparçasıdır. Buradaki sinirler önemli düzeyde dopamin adı verilen nörotransmiter üretir ve beynin diğer bölgelerine gönderir. VTA’da üretilen dopaminin ulaştığı bölgelerden biri de kaudat nükleustur.Bu keşif Fisher’in varsayımının da bir kanıtı oluyordu. Biraz önce açıkladığım gibi Fisher, âşık beyinde dopamin ve norepinefrin düzeyinin yükselmiş olacağınıdüşünmüştü. Dopamin ile ilgili tahminidoğru çıkmıştı. VTA’da üretilen dopaminin beynin diğer bölgelerine yayılması kişinin dikkatinin artmasına, odaklanmasına, enerjisinin artmasına ve ödül elde etmek üzere güdülenmesine, neşe ve sevinçten coşmasına neden oluyordu. Bütün bunlar da şüphesiz âşık olanlarda sıkça gözlenen özelliklerdi.Beyin ve aşk konusunda Helen Fisher ile çalışan, NewYork’taki YeshivaÜniversitesi’nden Lucy Brown da aşkındaha önceden düşünüldüğü gibi bir duygu hali olmadığını, yine aynı araştırmagrubundan Art Aron’ın ileri sürdüğü gibi öncelikle “türümüzün devamını garanti altına alacak bir motivasyon yani güdü”olduğunu belirtiyor. Aşk ile ilgili değişikduygular yaşanabileceğini, örneğin âşıkbirinin kendini bulutların üstünde uçargibi hissedebileceğini veya bazan kaygı, hatta nefret duyguları yaşayabileceğini belirtiyor. Fakat hepsinin ötesinde, hareketlerimizi ve duygularımızı da yönlendiren ana kavramın “güdü” olduğunu belirtiyor. Brown’a göre âşık olduğumuz kişi yaşamdaki “hedefimiz” haline geliyor.Âşık olduğumuz insana ulaşmamız sonucunda ise beynimizdeki ödül sistemi (dopamin) devreye giriyor ve çok güçlü pozitif duygular yaşamaya başlıyoruz.Fisher âşık beyinde dopaminin yanısıra norepinefrin miktarının da artacağını, seratonin miktarının azalacağını tahmin etmişti. Norepinefrinin etkileri beynin değişik bölgelerine göre değişmeklebirlikte kişinin neşeli olması, kendini aşırı derecede enerjik hissetmesi, uzun süreuyanık kalması ve iştahsızlık gibi etkilerivardır ki bunların hepsi de âşıklarda gözlenen davranışlardır. Norepinefrinin birdiğer özelliğinin de yeni uyarıların yarattığı anıların hafızaya daha güçlü aktarılması olduğu düşünülüyor. Bu da âşıklarınbirlikte yaşadıkları birtakım olayları veyaanları detayları ile hatırlamasının ve aradan yıllar geçse de onları unutmamasınınbir açıklaması olabilir.Fisher’in bir diğer varsayımı da seratonin miktarının âşık beyinlerde daha düşük olacağı şeklindeydi. Bu düşüncesinin nedeni âşıkların neredeyse uyanık oldukları her an sevdiklerini düşünmesiydi. Bu nedenledir ki deneklere sorulan ilk sorulardan biri “sevdiğini günde ne kadar düşünüyorsun” şeklindeydi. Yeni âşıkların tamamına yakını, zamanlarının % 90’ını veya daha fazlasını sevdiklerini düşünmekle geçirdiklerini bildirdi. Fisher âşık olmanın, bir bakıma obsesif kompulsif bozukluktaki(OKB) gibi bir saplantı durumu yarattığını düşünüyor. OKB hastalarının tedavisinde yaygın olarak kullanılan birgrup ilaç SSRI genel adı ile anılan antidepresanlardır. Bu ilaçlar sinir hücreleri arasında iletişimin kurulduğu bölgeler olan sinapslardaki seratonin miktarını artırmak için kullanılır. Fisher bugözlemlerinden yola çıkarak OKB hastaları gibi âşıkların da beyinlerinde seratonin miktarının düşük olacağı savını ileri sürdü. Bu düşüncesi için aslında bilimsel bir destek de vardı. 1999 yılında birgrup İtalyan bilim insanı 20’si yeni âşık,20’si OKB hastası ve 20’si normal denekler üzerinde yaptıkları bir çalışmada yeni âşık olanlarla OKB hastalarının kanlarındaki seratonin miktarının normaldeneklerinkinden daha düşük olduğunubulmuşlardı. Fisher “Neden Seviyoruz:Romantik Sevginin Doğası ve Kimyası”adlı kitabını yayımladıktan sonra çok sayıda eposta aldığını ve bu epostalarınpek çoğunda, antidepresan (SSRI) kullanan okurlarının aşk hayatlarının olumsuz yönde etkilendiğini yazdığını ve budurumun tedavide göz önüne alınması gerektiğini aktarıyor. Fisher bu durumun önemli bir sağlık sorunu olduğunu, çünkü cinsel isteği azalttığı bilinenbu ilaçların kullanımının sadece Batı’nınileri toplumlarında değil gelişmekte olanülkelerde de hızla arttığını bildiriyor.SSRI’ların kullanımı serotonin seviyesini yükseltiyor ama seratonin seviyesininartması beyinde dopamin sistemini baskı altında tutuyor. Âşıkların beyinlerininfMRI görüntüleri, Fisher’in başlangıçta dopamin, epinefrin ve seratonin hakkındak ileri sürdüğü varsayımları doğruluyordu.Aşk başlangıçta ne kadar güçlü olsa da zaman içinde bir şeyler değişiyor.İlk günlerin heyecanı, artan kalp atışları,âşık olunan kişiyi devamlı düşünme giderek azalıyor. Onların yerini başlangıçtayaşanmayan, örneğin sevgi bağlılığı gibiduygular alıyor. Acaba zamanla âşık beyinde ne tür değişiklikler meydana geliyor? Çok detaylı olmasa da bu konuda dabilgi edinmeye başladık.Helen Fisher ve arkdaşları ile eş zamanlı olarak okyanusun diğer yanından,İngiltere’deki London Collage’dan Andreas Bertel ve Semir Zeki, âşık beyindeki değişiklikler üzerinde çalışıyordu. Fisher ve arkadaşlarının çalışmasında yeniâşıkların (ortalama yedi ay) beyinleri incelenirken Bertel ve Zeki’nin çalışmasında âşıkların birliktelik süresi ortalama2,3 yıldı. Elde edilen sonuçlar Fisher veakradaşlarının sonuçlarından farklıydı.Uzun süreli âşıkların beyinlerinin “anterior singulate gyrus” ve “insülar korteks” adlı bölgelerinde etkinlik gözlenirken yeni âşıklarda beynin bu bölgelerinde önemli bir değişim gözlenmemişti.“Anterior singulate gyrus” beynin duygu, dikkat, ve hafıza gibi işlevlerle ilgili bir bölgesidir. Ayrıca mutlulukla, kişinin duygusal durumunun farkında olması ile, sosyal ilişkilerde diğerlerinin nehissettiklerini anlama ile, bir şeyin değerine göre karar verme ile de ilişkisi olduğu biliniyor. “İnsülar korteks” ise beyninvücutla ilgili veriler toplayan bir bölgesi (örneğin sıcaklık, dokunulma, iç organların etkinliği gibi). İnsülar korteksin duygularla da ilgili olduğu biliniyor.Bütün bunların ne anlama geldiği henüzkesinlik kazanmamış olmakla birlikteveriler zaman içinde aşkın değişmesine paralel olarak âşık beyinde de önemlideğişiklikler olduğunu gösteriyor.
Cinsel Arzu ve Bağlılık
Aşkla birlikte anılması gereken ikiönemli duygu şüphesiz cinsel arzu vebağlılık. Cinsel arzu veya cinsel tatmininsan zihnini en çok meşgul eden düşüncelerin başında geliyor. Cinsel arzu romantik sevgiden farklı olmakla birlikte özellikle Batı toplumlarında bu ikisinin karıştırıldığını gösteren bilimsel veriler var. Pek çok toplumda romantik sevgiile cinsel arzu farklı kelimelerle tanımlanıyor. Deney hayvanlarında ve insanlarda cinsel arzu ve onun tatmini ile ilgi olarak yapılan çalışmalar bu işlevde beynindeğişik bölgelerinin görev aldığını gösteriyor. Bu çalışmalardan hem erkeklerdehem de kadınlarda cinsel arzunun özellikle testosteron adlı hormonun kontrolü altında olduğunu biliyoruz. Romantiksevgi veya aşkın cinsel arzuyu kamçıladığı da bir gerçek. Bunun gerisinde ise yine beynin kimyası var. Bilimsel çalışmalar dopaminin testosteron salgısını artırdığını gösteriyor. Erkek kobaylara dopamin enjekte edildiğinde çiftleşme arzularının arttığı görülüyor. Depresyon tedavisi gören ve beyindeki dopamin miktarınıartırıcı ilaç alan hastalar cinsel arzularında artış olduğunu bildiriyor.Aşkla başlayan uzun süreli ilişkilerde,zaman içinde duygular hem dinginleşiyorhem de daha derinden hissediliyor. Eğerçiftler şanlıysa kısaca “bağlılık” olarak tanımlayabileceğimiz güven, huzur, rahatlıkve birliktelik duyguları yaşanmaya başlıyor. (İstatistiksel veriler ABD’de her iki evlilikten birin boşanma ile sonuçlandığınıgösteriyor. Son yıllarda artmış olsa da ülkemizde boşanma oranları şimdilik dahadüşük düzeyde.) Bağlılık bilimsel çevrelerde, evrimsel süreçte insan neslinin devamını sağlamak üzere gelişmiş bir içgüdü olarak kabul ediliyor. Çünkü memeliler arasında sadece insan doğarken cokzayıf ve yardıma muhtaç doğuyor ve uzunbir süre yetişkinlerin yakın ilgi ve korumasına ihtiyaç duyuyor. Bağlılığın mekanizması hakkındaki bilgilerimiz ise ilginçbir kaynağa, kır sıçanına uzanıyor.Kır sıçanı diğer pek çok memelidenfarklı olarak hayatını tek bir eşle geçirir(memelilerin sadece % 3% 5’i monogam,yani tek eşli bir yaşam sürer). Aynı aileninbir diğer üyesi olan çayır sıçanının ise çokeşli bir yaşam tarzı vardır. Bilim insanlarıbu iki yakın türün beyinlerini inceleyerekeşe bağlılığın sinirsel temelleri hakkında çok önemli bilgiler elde etti. Eşler arasındaki bağlılığı oksitosin ve vasopressinadı verilen iki hormonun kontrol ettiğinibuldular. Anne ile çocuk arasında gözlenen bağlılığın gerisinde de aynı hormonvar. Kır sıçanlarının beyninde bu iki hormonun reseptörlerinin sayısının çok dahafazla olduğu bulundu. Her iki hormon dabeynin ödül sistemini etkiliyor. Bu konuda en güçlü delil, çayır sıçanlarının beynindeki vasopressin reseptörünün sayısı genetik olarak artırıldığında elde edildi.Çayır sıçanları kır sıçanları gibi tek eşli biryaşam sürmeye başladı.
Aşk Acısı
Aşık olunan biri tarafından reddedilmenin ne kadar acı verdiğini tahmin edebilirsiniz. Bu tecrübeyiya arkadaşlarınızda gözlemlediniz ya da kendiniz yaşadınız. Michigan Üniversitesi’nden Ethan Kross veMarc Berman yakın zamanda sevgilileri tarafındanterk edilen 40 gönüllünün beyinlerini inceleyerek ayrılığın beyindeki etkisini belirlemeye çalıştı. Deneklere önce terk eden sevgililerinin fotoğraflarını gösterdiler. Onlar fotoğrafa bakarken işlevsel MRI ilebeyinlerini görüntülediler. Kontrol amacıyla bir deromantik bir ilişkilerinin olmadığı arkadaşlarının fotoğraflarına bakarkenki beyin görüntüleri elde edildi. Denekler istemeyerek ayrıldıkları sevgililerininfotoğrafına bakarken beyinlerinin “ikincil somatosensory korteks” ve “dorsal posterior insüla” adlı bölgelerinde etkinlik gözlendi. Oysa arkadaşlarının fotoğraflarına bakarken herhangi bir fark gözlenmedi.Kross ve Berman bu sefer deneklerin kollarına sıcaklık uyarısı (ılık ve hoş bir sıcaklık uyarısı ya da acı veren sıcaklık uyarısı) verdi. Yine fMRI ile beyin etkinlikleri belirlendi. Acı veren sıcaklık uygulandığında beynin yine aynı iki bölgesinin etkinleştiği gözlemlendi. Bu denemelere ek olarak araştırmacılar ogüne kadar acı ve beyin konusunda yapılmış yaklaşık 500 çalışmayı incelediklerinde, bu çalışmaların %88’inde beynin aynı bölgelerinin, yani “ikincil somatosensory korteks” ve “dorsal posterior insüla”nın fiziksel acı ile ilgili olduğunun bulunduğunu gördüler.Bütün bu sonuçlar âşık olunan birinden istemeyerekayrılmanın sonucunda çekilen acının fiziksel acı gibigerçek bir acı olduğunu gösteriyor.Öte yandan bilim, sevgilinin dokunmasının acıyakarşı koruyucu etkisi olduğunu da belgeliyor. Virginia ve Wisconsin üniversitelerinden iki grup araştırmacının katkısıyla gerçekleşen ve James Coan’ın liderliğinde 2006 yılında yapılan bir çalışmada, mutlu bir evliliğe sahip kadınların ayak bileklerine hafifelektrik şoku verilerek deneyden hemen önce ve deney sırasında beyin görüntüleri elde ediliyor. Deneyin ikinci aşamasında ise kadınların eşleri yanlarında durup onların ellerini tutuyor ve elektrik şoku eşler el eleyken veriliyor. Aynı güçteki elektrik akımıverilmesine rağmen bu sefer elektrik şoku kadınların beyinlerinde çok daha düşük düzeyde tepki yaratıyor. Deney, evliliklerinde problem yaşayan denekler üzerinde tekrarlandığında, eşinin elini tutmasının denek üzerinde herhangi bir koruyucu etkisi olmuyor. Sağlıklı bir ilişki ve seven bir eşin dokunması tansiyonun düşmesini, kaygının azalmasını sağlarken strese karşı da koruyucu etki yaratıyor. Eşler arasındaki sevgi arttıkça dokunmanın etkisi de artıyor.Helen Fisher ve onun gibi âşık beyni anlamayaçalışan diğer bilim insanları, bilimin aşk, seks ve eşbağlılığı hakkında önemli gerçekleri açığa çıkardığını fakat açıklayamadığı daha çok şey olduğunu belirtiyor. Bu bilinmezlikler ise şüphesiz yaşantımızarenk katıyor. Tıpkı aşk gibi.Aşkı genelde şiirlerden, romanlardan, destanlaşmış aşk hikayelerinden,kalbi kırılmış bestekârların şarkılarından ve bazen de kendi tecrübelerimizden öğreniyoruz.Kimi aşktan dans edip sarkılar söylüyor, kimi sevdiği ile bir arada olduğu için bulutların üstünde uçuyor.Kimi sevgisine karşılık göremediği için yemeden içmeden kesiliyor.Kimi sevdiğine kavuşmak için evini barkını terk edip kaçıyor.Kimi sevdigini öldürüyor, kimi kendini.Peki türümüzün bu evrensel özelliği hakkında modern bilim neler söylüyor?Kalbimizle mi yoksa beynimizle mi âşık oluyoruz?Aşk acısı gerçek mi? Ya gücü
Leyla ile Kays göçebe bir Arap ka-bilesinde dünyaya gelirler. Çocuk-lukları birlikte geçer. Kabileleri-nin sürüsünü güderler birlikte. Zaman-la Leyla ve Kays birbirlerine âşık olur.Şair ruhlu Kays, Leylası için şiirler yaz-maya başlar. Şiirleri o kadar güzeldir kiduyanlar onları ezberleyip tekrarlamak-tan kendilerini alamaz. Birbirlerine karşıduydukları bu derin sevgiyi ömür boyubirlikteliğe dönüştürmek isteyen Kays,Leyla’yı babasından ister. Fakat böyle birbirlikteliğin geleneklere aykırı, o nedenlede imkânsız olduğunu belirten Leyla’nınbabası onun bu isteğini reddeder. Bir süre sonra Leyla istemediği haldebaşka bir kabileden zengin bir tüccar ileevlendirilir ve kabileden ayrılır. Leyla’nınevlilik haberini duyan Kays deliye döner.Kabileyi terk edip yakındaki bir çölde do-laşmaya başlar. Uzun bir süre ondan ha-ber alınamaz. Onun için günlerce çöle yemek bırakan ailesi de artık ondan ümidikeser. Arada bir Kays’ı şiirler okurken ve-ya kum üzerine çubukla şiirler yazarkengördüklerini söyleyenler olur. Kays’ın şi-irleri dilden dile dolaşır, ama artık o halkarasında, Arapçada deli anlamına gelen“Mecnun” ismiyle anılıyordur.Ayrılık acısına ve hasrete dayanama-yan Leyla hastalanıp yataklara düşer. Kı-sa bir süre sonra da yaşama veda eder.Mecnun’un ölü bedeni ise kim olduğu bi-linmeyen bir kadının mezarı başında bu-lunur. Mezarın yanındaki bir taşın üzeri-ne kazınmış, üç kıtadan oluşan bir de şi-ir bırakmıştır geriye Mecnun. Leyla ve Mecnun hikayesi aslında ya-şanmış bir olaya dayanıyor. Mecnun’un688 yılında öldüğü tahmin ediliyor.Onların hikâyeleri aradan geçen asır-lar boyu çok sayıda yazara ve şaire il-ham kaynağı olmuş, olmaya da devamediyor. Leyla ve Mecnun’unkine benzerhikâyelere dünyanın dört bir yanındanfarklı kültürlerde de rastlıyoruz. Ferhatile Şirin, Romeo ve Juliet, Paris ve He-len, Meilan ve Chang Po bunlardan sa-dece birkaçı.Yazılı en eski aşk şiiri İstanbul Arke-oloji Müzesi’nde. Günümüzden yaklaşık4000 yıl önce Sümerce yazılmış bu şiirdesevgiliye:“Kalbimin sevgilisiGüzelliğin büyüktür baldan tatlı…”diye sesleniliyor.İlkel kabilelerin aşk kavramı moderntoplumlarınkinden farksız. Polinezya’nınCook Adaları’nda yaşayan Mangaia ka-bilesinde “aşk için ölmek” anlamına ge-len bir kelime dahi var. Halk müziği-mizden sanat müziğimize, pop müziği-mizden arabeske, şarkı ve türkülerimi-zin neredeyse tamamına yakını roman-tik sevgiyi anlatıyor. Yaşamış olsak da ol-masak da hepimiz aşkın ne demek oldu-ğunu biliyoruz. Ancak sevginin ve aşkınne demek olduğunun açık ve net bir ta-nımını bulmakta zorlanıyoruz. Sophok-les “bu dünyanın yükünden ve acısındanbizi kurtaran tek bir kelime var, o da sev-gi” diyor. Platon ise “aşkın dokunuşuy-la herkes bir şair olur” diyor, ama dahasonra aşkı “zihinsel bir hastalık” olaraktanımlıyor. Bilim insanlarının gözündeise aşk “kimyasal, bilişsel ve amaçlı-dav-ranış bileşenleri olan karmaşık ve ödül-lendirici bir duygusal durum” veya “me-meli beyninin eş seçim sistemi”.
İlk Görüşte Aşk
Psikologlar uzun bir süredir, bizimleaynı etnik kökenden ve sosyoekonomiksınıftan olan, bizimle benzer zekâ düzeyine ve benzer dini inançlara sahip, dahası görünüm açısından da bizimle benzerseviyede (yakışıklılık veya güzellik) kişilere karşı özel ilgi duyduğumuzu bildiriyor.Fakat bütün bu özellikler açısından benzer kişilerin olduğu bir ortamda olduğumuzda bile, içlerinden sadece birine veyaikisine karşı özel ilgi duyuyoruz.Karşılaştığımız birinin çekici olup olmadığına saniyenin beşte biri gibi olağanüstü kısa bir sürede karar veriyoruz.Değişik kültürden insanlarla yapılan çalışmalar, genelde insanların simetrik yüzyapısını çekici bulduğunu gösteriyor. Bunun gerisinde muhtemelen simetrininsağlıklı olmanın, dolayısıyla iyi bir genetik yapının göstergesi olması yatıyor. İlginç bir şekilde fiziksel özellikleri bizebenzeyen insanları çekici buluyoruz. Birçalışmalada kişilerin fotoğrafları bilgisayar ortamında karşı cinse dönüştürülüyor. Örneğin bir erkeğe yüz özelliklerinesadık kalınarak kadın görüntüsü veriliyor.Denekler fotoğrafların kendi fotoğraflarının karşı cinsten görüntüsü olduğunufark etmediği gibi, yine kendilerini (yanikarşı cins hallerini) seçiyor. Çekicilik konusunda önemli bir diğer özellik ise sesimiz. Kadınlar geniş omuzlu, erkeksi yüzlü ve ince belli erkeklerin seslerinden hoşlanıyor, erkekler ise ince belli, geniş kalçalı ve genç kadın sesini ilgi çekici buluyor.Kişinin vücut kokusu da onlar hakkındaki düşüncemizi etkiliyor. İsviçre’de yapılan bir çalışmada bir grup üniversitelikız öğrenciye erkek öğrencilerin iki günboyunca giydiği tişörtler koklatılıyor. Kızöğrenciler kendi bağışıklık sistemlerin den farklı bağışıklık sistemine sahip erkek öğrencilerin tişörtlerinin kokusunubeğeniyor. Çalışmayı yürüten araştırmacılar bunun gerisinde farklı iki bağışıklıksisteminin birleşmesiyle çok daha güçlübir bağışıklık sistemine sahip, sağlıklı çocuklar dünyaya geleceği gerçeğinin yattığını bildiriyor. Bu da türümüzün devamlılığını sağlıyor.Peki nasıl âşık oluyoruz veya âşık olduğumuzda beynimizde neler olup bitiyor? Bu sorulara cevap bulmaya çalışan ilk bilim insanlarından biri RutgersÜniversitesi’nden antropolog Helen Fisher oldu.
Aşkın Molekülleri
Fisher romantik sevginin evrensel olduğunu ve beyindeki özel bir takım moleküllerin ve sistemlerin eseri olduğunudüşünüyordu. Fisher’in hipotezi, beyindeki sinir hücreleri arasında mesaj iletimini sağlayan ve nörotransmiter adını verdiğimiz moleküllerden üçünün(dopamin, norepinefrin ve serotonin)romantik sevgide rol aldığı şeklindeydi. Fisher, mutluluktan uçma duygusunun, uykusuzluğun ve iştahın azalmasının gerisinde beyindeki dopamin ve norepinefrin miktarının artmasının olduğunu ve benzer şekilde âşık olan bir kişinin yatıp kalkıp sevdiği kişi hakkında düşünmesinin gerisinde de beyindeki serotonin etkinliğindeki azalma olduğunu öngörüyordu. Bu üç nörotransmiterin seviyesinin beynin hangi bölgelerinde daha yaygın olduğunu bildiği içinaraştırmasında o bölgelere yoğunlaşacakve âşık olan birinin beynini incelediğinde bu bölgelerden hangisinin daha aktifolduğunu belirleyerek bu üç nörotransmiterden hangisinin romantik sevgiderol oynadığını bulacaktı.Fisher’in planı şöyleydi. Âşık olmuşdeneklere sevdiklerinin fotoğraflarını veolumlu veya olumsuz herhangi bir duygu beslemedikleri, tanıdık birinin fotoğrafını gösterecek, denekler bu fotoğraflara bakarken işlevsel manyetik rezonans(fMRI) ile beyinlerinin görüntülerini elde edecekti. fMRI tekniği beyindeki oksijen tüketimini belirler. Beynin, üzerinde çalışılan işlevden sorumlu bölgesi diğer bölgelere göre daha fazla çalışacağı vedaha fazla oksijen tüketeceği için oksijentüketimindeki artış sayesinde beynin o işlevle ilgili bölgesi de keşfedilmiş olur. Delicesine âşık olanların bu duygularının,herhangi bir duygu beslemedikleri kişilerin fotoğraflarına baktıklarında hissettiklerini etkilememesi için de deneklere buiki fotoğraf arasında büyük bir sayı gösterilip (örneğin 8421) bu sayıdan her defasında yedi çıkararak geriye doğru saymaları istenecekti. Böylece beynin dikkati tamamen dağılmış olacak, bir bakıma beyin güçlü aşk duygularından kısa süreli deolsa arındırılmış olacaktı.Üniversitede değişik noktalara duyurular asarak deney için gönüllüler bulmaya çalıştılar. Kriterlerden biri deneklerinyakın bir zamanda âşık olmuş olmasıydı, diğeri ise uykuları kaçacak ve yemeden içmeden kesilecek kadar delicesineâşık olmuş olmalarıydı. Ayrıca herhangi bir nedenle beynin kimyasını değiştirebilecek ilaç kullananlar ve solaklar çalışma dışı bırakıldı. İlaçlar da solaklık dabeynin organizasyonuna etki edebileceğiiçin sonuçlarda hataya neden olabilirdi.Kısa bir sürede bu kriterlere uyan çok sayıda gönüllü çalışmaya katılmak için başvurdu. Fisher denekleri seçerken ilk olarak onlara ne kadar süredir âşık olduklarını sordu. İkinci sorusu ise günün kaç saatini âşık olduğu kişiyi düşünerek geçirdikleriydi. Çünkü Fisher’e göre saplantılıolmak romantik sevginin temel öğelerindendi. Bu nedenle uyanık geçen her anında âşık olduğu kişiyi düşündüğünü söyleyen denekler hemen deneye alındı.Denekler önce 30 saniye sevdiklerininfotoğrafına baktı. Onlar fotoğrafa bakarken beyinleri görüntülendi. Daha sonraekranda onlara büyük bir rakam gösterildi ve 40 saniyelik sürede geriye doğrusaymaları istendi. Geriye sayımın ardından 30 saniye süreyle herhangi bir duygubeslemedikleri birinin fotoğrafına baktılar. Bu sürenin sonunda tekrar geri sayımişlemini yaptılar, fakat bu sefer süre 20 saniye ile sınırlı tutuldu. Her bir denek içinbu işlem altı defa tekrarlandı ve sonuçtaher bir deneğin değişik beyin bölgelerineait 144 görüntü elde edildi.Denekler sevdiklerinin fotoğraflarınabaktıklarında beyinlerinin birçok bölgesinde oksijen tüketimi arttı. Ancak beyinde özellikle iki bölgedeki etkinlik dikkatçekiyordu. Bu bölgelerden biri beynin içkısmında, merkezine yakın bir yerde bulunan, C harfi şeklindeki “kaudat nükleus”, diğeri ise beynin “ödül sisteminin”önemli bir parçası olan ventral tegmentalbölge (VTA) idi. Kaudat nükleus beyninoluşum açısından en eski bölümlerindenbiridir ve diğer hayvanlarda da aynı işlevleri yerine getiren yapılarla büyük benzerlik gösterir. Yakın bir zamana kadar kaudat nükleusun sadece vücut hareketleriniyönettiği düşünülüyordu. Ancak son yıllarda beynin bu bölgesinin uyarılma, zevkhissetme ve ödül elde etmek için güdülenme gibi işlevleri yöneten “ödül sisteminin” önemli bir parçası olduğu keşfedildi.Görüşmelerde sorulan sorulara verdikleri cevaplardan şiddetli bir aşk yaşadıkları anlaşılan deneklerin kaudat nükleusları diğerlerine oranla çok daha etkindi.Âşıkların beyinlerinde üst düzeyde etkinolduğu bulunan ikinci bölge olan VTA dayine beynin ödül sisteminin önemli birparçasıdır. Buradaki sinirler önemli düzeyde dopamin adı verilen nörotransmiter üretir ve beynin diğer bölgelerine gönderir. VTA’da üretilen dopaminin ulaştığı bölgelerden biri de kaudat nükleustur.Bu keşif Fisher’in varsayımının da bir kanıtı oluyordu. Biraz önce açıkladığım gibi Fisher, âşık beyinde dopamin ve norepinefrin düzeyinin yükselmiş olacağınıdüşünmüştü. Dopamin ile ilgili tahminidoğru çıkmıştı. VTA’da üretilen dopaminin beynin diğer bölgelerine yayılması kişinin dikkatinin artmasına, odaklanmasına, enerjisinin artmasına ve ödül elde etmek üzere güdülenmesine, neşe ve sevinçten coşmasına neden oluyordu. Bütün bunlar da şüphesiz âşık olanlarda sıkça gözlenen özelliklerdi.Beyin ve aşk konusunda Helen Fisher ile çalışan, NewYork’taki YeshivaÜniversitesi’nden Lucy Brown da aşkındaha önceden düşünüldüğü gibi bir duygu hali olmadığını, yine aynı araştırmagrubundan Art Aron’ın ileri sürdüğü gibi öncelikle “türümüzün devamını garanti altına alacak bir motivasyon yani güdü”olduğunu belirtiyor. Aşk ile ilgili değişikduygular yaşanabileceğini, örneğin âşıkbirinin kendini bulutların üstünde uçargibi hissedebileceğini veya bazan kaygı, hatta nefret duyguları yaşayabileceğini belirtiyor. Fakat hepsinin ötesinde, hareketlerimizi ve duygularımızı da yönlendiren ana kavramın “güdü” olduğunu belirtiyor. Brown’a göre âşık olduğumuz kişi yaşamdaki “hedefimiz” haline geliyor.Âşık olduğumuz insana ulaşmamız sonucunda ise beynimizdeki ödül sistemi (dopamin) devreye giriyor ve çok güçlü pozitif duygular yaşamaya başlıyoruz.Fisher âşık beyinde dopaminin yanısıra norepinefrin miktarının da artacağını, seratonin miktarının azalacağını tahmin etmişti. Norepinefrinin etkileri beynin değişik bölgelerine göre değişmeklebirlikte kişinin neşeli olması, kendini aşırı derecede enerjik hissetmesi, uzun süreuyanık kalması ve iştahsızlık gibi etkilerivardır ki bunların hepsi de âşıklarda gözlenen davranışlardır. Norepinefrinin birdiğer özelliğinin de yeni uyarıların yarattığı anıların hafızaya daha güçlü aktarılması olduğu düşünülüyor. Bu da âşıklarınbirlikte yaşadıkları birtakım olayları veyaanları detayları ile hatırlamasının ve aradan yıllar geçse de onları unutmamasınınbir açıklaması olabilir.Fisher’in bir diğer varsayımı da seratonin miktarının âşık beyinlerde daha düşük olacağı şeklindeydi. Bu düşüncesinin nedeni âşıkların neredeyse uyanık oldukları her an sevdiklerini düşünmesiydi. Bu nedenledir ki deneklere sorulan ilk sorulardan biri “sevdiğini günde ne kadar düşünüyorsun” şeklindeydi. Yeni âşıkların tamamına yakını, zamanlarının % 90’ını veya daha fazlasını sevdiklerini düşünmekle geçirdiklerini bildirdi. Fisher âşık olmanın, bir bakıma obsesif kompulsif bozukluktaki(OKB) gibi bir saplantı durumu yarattığını düşünüyor. OKB hastalarının tedavisinde yaygın olarak kullanılan birgrup ilaç SSRI genel adı ile anılan antidepresanlardır. Bu ilaçlar sinir hücreleri arasında iletişimin kurulduğu bölgeler olan sinapslardaki seratonin miktarını artırmak için kullanılır. Fisher bugözlemlerinden yola çıkarak OKB hastaları gibi âşıkların da beyinlerinde seratonin miktarının düşük olacağı savını ileri sürdü. Bu düşüncesi için aslında bilimsel bir destek de vardı. 1999 yılında birgrup İtalyan bilim insanı 20’si yeni âşık,20’si OKB hastası ve 20’si normal denekler üzerinde yaptıkları bir çalışmada yeni âşık olanlarla OKB hastalarının kanlarındaki seratonin miktarının normaldeneklerinkinden daha düşük olduğunubulmuşlardı. Fisher “Neden Seviyoruz:Romantik Sevginin Doğası ve Kimyası”adlı kitabını yayımladıktan sonra çok sayıda eposta aldığını ve bu epostalarınpek çoğunda, antidepresan (SSRI) kullanan okurlarının aşk hayatlarının olumsuz yönde etkilendiğini yazdığını ve budurumun tedavide göz önüne alınması gerektiğini aktarıyor. Fisher bu durumun önemli bir sağlık sorunu olduğunu, çünkü cinsel isteği azalttığı bilinenbu ilaçların kullanımının sadece Batı’nınileri toplumlarında değil gelişmekte olanülkelerde de hızla arttığını bildiriyor.SSRI’ların kullanımı serotonin seviyesini yükseltiyor ama seratonin seviyesininartması beyinde dopamin sistemini baskı altında tutuyor. Âşıkların beyinlerininfMRI görüntüleri, Fisher’in başlangıçta dopamin, epinefrin ve seratonin hakkındak ileri sürdüğü varsayımları doğruluyordu.Aşk başlangıçta ne kadar güçlü olsa da zaman içinde bir şeyler değişiyor.İlk günlerin heyecanı, artan kalp atışları,âşık olunan kişiyi devamlı düşünme giderek azalıyor. Onların yerini başlangıçtayaşanmayan, örneğin sevgi bağlılığı gibiduygular alıyor. Acaba zamanla âşık beyinde ne tür değişiklikler meydana geliyor? Çok detaylı olmasa da bu konuda dabilgi edinmeye başladık.Helen Fisher ve arkdaşları ile eş zamanlı olarak okyanusun diğer yanından,İngiltere’deki London Collage’dan Andreas Bertel ve Semir Zeki, âşık beyindeki değişiklikler üzerinde çalışıyordu. Fisher ve arkadaşlarının çalışmasında yeniâşıkların (ortalama yedi ay) beyinleri incelenirken Bertel ve Zeki’nin çalışmasında âşıkların birliktelik süresi ortalama2,3 yıldı. Elde edilen sonuçlar Fisher veakradaşlarının sonuçlarından farklıydı.Uzun süreli âşıkların beyinlerinin “anterior singulate gyrus” ve “insülar korteks” adlı bölgelerinde etkinlik gözlenirken yeni âşıklarda beynin bu bölgelerinde önemli bir değişim gözlenmemişti.“Anterior singulate gyrus” beynin duygu, dikkat, ve hafıza gibi işlevlerle ilgili bir bölgesidir. Ayrıca mutlulukla, kişinin duygusal durumunun farkında olması ile, sosyal ilişkilerde diğerlerinin nehissettiklerini anlama ile, bir şeyin değerine göre karar verme ile de ilişkisi olduğu biliniyor. “İnsülar korteks” ise beyninvücutla ilgili veriler toplayan bir bölgesi (örneğin sıcaklık, dokunulma, iç organların etkinliği gibi). İnsülar korteksin duygularla da ilgili olduğu biliniyor.Bütün bunların ne anlama geldiği henüzkesinlik kazanmamış olmakla birlikteveriler zaman içinde aşkın değişmesine paralel olarak âşık beyinde de önemlideğişiklikler olduğunu gösteriyor.
Cinsel Arzu ve Bağlılık
Aşkla birlikte anılması gereken ikiönemli duygu şüphesiz cinsel arzu vebağlılık. Cinsel arzu veya cinsel tatmininsan zihnini en çok meşgul eden düşüncelerin başında geliyor. Cinsel arzu romantik sevgiden farklı olmakla birlikte özellikle Batı toplumlarında bu ikisinin karıştırıldığını gösteren bilimsel veriler var. Pek çok toplumda romantik sevgiile cinsel arzu farklı kelimelerle tanımlanıyor. Deney hayvanlarında ve insanlarda cinsel arzu ve onun tatmini ile ilgi olarak yapılan çalışmalar bu işlevde beynindeğişik bölgelerinin görev aldığını gösteriyor. Bu çalışmalardan hem erkeklerdehem de kadınlarda cinsel arzunun özellikle testosteron adlı hormonun kontrolü altında olduğunu biliyoruz. Romantiksevgi veya aşkın cinsel arzuyu kamçıladığı da bir gerçek. Bunun gerisinde ise yine beynin kimyası var. Bilimsel çalışmalar dopaminin testosteron salgısını artırdığını gösteriyor. Erkek kobaylara dopamin enjekte edildiğinde çiftleşme arzularının arttığı görülüyor. Depresyon tedavisi gören ve beyindeki dopamin miktarınıartırıcı ilaç alan hastalar cinsel arzularında artış olduğunu bildiriyor.Aşkla başlayan uzun süreli ilişkilerde,zaman içinde duygular hem dinginleşiyorhem de daha derinden hissediliyor. Eğerçiftler şanlıysa kısaca “bağlılık” olarak tanımlayabileceğimiz güven, huzur, rahatlıkve birliktelik duyguları yaşanmaya başlıyor. (İstatistiksel veriler ABD’de her iki evlilikten birin boşanma ile sonuçlandığınıgösteriyor. Son yıllarda artmış olsa da ülkemizde boşanma oranları şimdilik dahadüşük düzeyde.) Bağlılık bilimsel çevrelerde, evrimsel süreçte insan neslinin devamını sağlamak üzere gelişmiş bir içgüdü olarak kabul ediliyor. Çünkü memeliler arasında sadece insan doğarken cokzayıf ve yardıma muhtaç doğuyor ve uzunbir süre yetişkinlerin yakın ilgi ve korumasına ihtiyaç duyuyor. Bağlılığın mekanizması hakkındaki bilgilerimiz ise ilginçbir kaynağa, kır sıçanına uzanıyor.Kır sıçanı diğer pek çok memelidenfarklı olarak hayatını tek bir eşle geçirir(memelilerin sadece % 3% 5’i monogam,yani tek eşli bir yaşam sürer). Aynı aileninbir diğer üyesi olan çayır sıçanının ise çokeşli bir yaşam tarzı vardır. Bilim insanlarıbu iki yakın türün beyinlerini inceleyerekeşe bağlılığın sinirsel temelleri hakkında çok önemli bilgiler elde etti. Eşler arasındaki bağlılığı oksitosin ve vasopressinadı verilen iki hormonun kontrol ettiğinibuldular. Anne ile çocuk arasında gözlenen bağlılığın gerisinde de aynı hormonvar. Kır sıçanlarının beyninde bu iki hormonun reseptörlerinin sayısının çok dahafazla olduğu bulundu. Her iki hormon dabeynin ödül sistemini etkiliyor. Bu konuda en güçlü delil, çayır sıçanlarının beynindeki vasopressin reseptörünün sayısı genetik olarak artırıldığında elde edildi.Çayır sıçanları kır sıçanları gibi tek eşli biryaşam sürmeye başladı.
Aşk Acısı
Aşık olunan biri tarafından reddedilmenin ne kadar acı verdiğini tahmin edebilirsiniz. Bu tecrübeyiya arkadaşlarınızda gözlemlediniz ya da kendiniz yaşadınız. Michigan Üniversitesi’nden Ethan Kross veMarc Berman yakın zamanda sevgilileri tarafındanterk edilen 40 gönüllünün beyinlerini inceleyerek ayrılığın beyindeki etkisini belirlemeye çalıştı. Deneklere önce terk eden sevgililerinin fotoğraflarını gösterdiler. Onlar fotoğrafa bakarken işlevsel MRI ilebeyinlerini görüntülediler. Kontrol amacıyla bir deromantik bir ilişkilerinin olmadığı arkadaşlarının fotoğraflarına bakarkenki beyin görüntüleri elde edildi. Denekler istemeyerek ayrıldıkları sevgililerininfotoğrafına bakarken beyinlerinin “ikincil somatosensory korteks” ve “dorsal posterior insüla” adlı bölgelerinde etkinlik gözlendi. Oysa arkadaşlarının fotoğraflarına bakarken herhangi bir fark gözlenmedi.Kross ve Berman bu sefer deneklerin kollarına sıcaklık uyarısı (ılık ve hoş bir sıcaklık uyarısı ya da acı veren sıcaklık uyarısı) verdi. Yine fMRI ile beyin etkinlikleri belirlendi. Acı veren sıcaklık uygulandığında beynin yine aynı iki bölgesinin etkinleştiği gözlemlendi. Bu denemelere ek olarak araştırmacılar ogüne kadar acı ve beyin konusunda yapılmış yaklaşık 500 çalışmayı incelediklerinde, bu çalışmaların %88’inde beynin aynı bölgelerinin, yani “ikincil somatosensory korteks” ve “dorsal posterior insüla”nın fiziksel acı ile ilgili olduğunun bulunduğunu gördüler.Bütün bu sonuçlar âşık olunan birinden istemeyerekayrılmanın sonucunda çekilen acının fiziksel acı gibigerçek bir acı olduğunu gösteriyor.Öte yandan bilim, sevgilinin dokunmasının acıyakarşı koruyucu etkisi olduğunu da belgeliyor. Virginia ve Wisconsin üniversitelerinden iki grup araştırmacının katkısıyla gerçekleşen ve James Coan’ın liderliğinde 2006 yılında yapılan bir çalışmada, mutlu bir evliliğe sahip kadınların ayak bileklerine hafifelektrik şoku verilerek deneyden hemen önce ve deney sırasında beyin görüntüleri elde ediliyor. Deneyin ikinci aşamasında ise kadınların eşleri yanlarında durup onların ellerini tutuyor ve elektrik şoku eşler el eleyken veriliyor. Aynı güçteki elektrik akımıverilmesine rağmen bu sefer elektrik şoku kadınların beyinlerinde çok daha düşük düzeyde tepki yaratıyor. Deney, evliliklerinde problem yaşayan denekler üzerinde tekrarlandığında, eşinin elini tutmasının denek üzerinde herhangi bir koruyucu etkisi olmuyor. Sağlıklı bir ilişki ve seven bir eşin dokunması tansiyonun düşmesini, kaygının azalmasını sağlarken strese karşı da koruyucu etki yaratıyor. Eşler arasındaki sevgi arttıkça dokunmanın etkisi de artıyor.Helen Fisher ve onun gibi âşık beyni anlamayaçalışan diğer bilim insanları, bilimin aşk, seks ve eşbağlılığı hakkında önemli gerçekleri açığa çıkardığını fakat açıklayamadığı daha çok şey olduğunu belirtiyor. Bu bilinmezlikler ise şüphesiz yaşantımızarenk katıyor. Tıpkı aşk gibi.Aşkı genelde şiirlerden, romanlardan, destanlaşmış aşk hikayelerinden,kalbi kırılmış bestekârların şarkılarından ve bazen de kendi tecrübelerimizden öğreniyoruz.Kimi aşktan dans edip sarkılar söylüyor, kimi sevdiği ile bir arada olduğu için bulutların üstünde uçuyor.Kimi sevgisine karşılık göremediği için yemeden içmeden kesiliyor.Kimi sevdiğine kavuşmak için evini barkını terk edip kaçıyor.Kimi sevdigini öldürüyor, kimi kendini.Peki türümüzün bu evrensel özelliği hakkında modern bilim neler söylüyor?Kalbimizle mi yoksa beynimizle mi âşık oluyoruz?Aşk acısı gerçek mi? Ya gücü
Leyla ile Kays göçebe bir Arap ka-bilesinde dünyaya gelirler. Çocuk-lukları birlikte geçer. Kabileleri-nin sürüsünü güderler birlikte. Zaman-la Leyla ve Kays birbirlerine âşık olur.Şair ruhlu Kays, Leylası için şiirler yaz-maya başlar. Şiirleri o kadar güzeldir kiduyanlar onları ezberleyip tekrarlamak-tan kendilerini alamaz. Birbirlerine karşıduydukları bu derin sevgiyi ömür boyubirlikteliğe dönüştürmek isteyen Kays,Leyla’yı babasından ister. Fakat böyle birbirlikteliğin geleneklere aykırı, o nedenlede imkânsız olduğunu belirten Leyla’nınbabası onun bu isteğini reddeder. Bir süre sonra Leyla istemediği haldebaşka bir kabileden zengin bir tüccar ileevlendirilir ve kabileden ayrılır. Leyla’nınevlilik haberini duyan Kays deliye döner.Kabileyi terk edip yakındaki bir çölde do-laşmaya başlar. Uzun bir süre ondan ha-ber alınamaz. Onun için günlerce çöle yemek bırakan ailesi de artık ondan ümidikeser. Arada bir Kays’ı şiirler okurken ve-ya kum üzerine çubukla şiirler yazarkengördüklerini söyleyenler olur. Kays’ın şi-irleri dilden dile dolaşır, ama artık o halkarasında, Arapçada deli anlamına gelen“Mecnun” ismiyle anılıyordur.Ayrılık acısına ve hasrete dayanama-yan Leyla hastalanıp yataklara düşer. Kı-sa bir süre sonra da yaşama veda eder.Mecnun’un ölü bedeni ise kim olduğu bi-linmeyen bir kadının mezarı başında bu-lunur. Mezarın yanındaki bir taşın üzeri-ne kazınmış, üç kıtadan oluşan bir de şi-ir bırakmıştır geriye Mecnun. Leyla ve Mecnun hikayesi aslında ya-şanmış bir olaya dayanıyor. Mecnun’un688 yılında öldüğü tahmin ediliyor.Onların hikâyeleri aradan geçen asır-lar boyu çok sayıda yazara ve şaire il-ham kaynağı olmuş, olmaya da devamediyor. Leyla ve Mecnun’unkine benzerhikâyelere dünyanın dört bir yanındanfarklı kültürlerde de rastlıyoruz. Ferhatile Şirin, Romeo ve Juliet, Paris ve He-len, Meilan ve Chang Po bunlardan sa-dece birkaçı.Yazılı en eski aşk şiiri İstanbul Arke-oloji Müzesi’nde. Günümüzden yaklaşık4000 yıl önce Sümerce yazılmış bu şiirdesevgiliye:“Kalbimin sevgilisiGüzelliğin büyüktür baldan tatlı…”diye sesleniliyor.İlkel kabilelerin aşk kavramı moderntoplumlarınkinden farksız. Polinezya’nınCook Adaları’nda yaşayan Mangaia ka-bilesinde “aşk için ölmek” anlamına ge-len bir kelime dahi var. Halk müziği-mizden sanat müziğimize, pop müziği-mizden arabeske, şarkı ve türkülerimi-zin neredeyse tamamına yakını roman-tik sevgiyi anlatıyor. Yaşamış olsak da ol-masak da hepimiz aşkın ne demek oldu-ğunu biliyoruz. Ancak sevginin ve aşkınne demek olduğunun açık ve net bir ta-nımını bulmakta zorlanıyoruz. Sophok-les “bu dünyanın yükünden ve acısındanbizi kurtaran tek bir kelime var, o da sev-gi” diyor. Platon ise “aşkın dokunuşuy-la herkes bir şair olur” diyor, ama dahasonra aşkı “zihinsel bir hastalık” olaraktanımlıyor. Bilim insanlarının gözündeise aşk “kimyasal, bilişsel ve amaçlı-dav-ranış bileşenleri olan karmaşık ve ödül-lendirici bir duygusal durum” veya “me-meli beyninin eş seçim sistemi”.
İlk Görüşte Aşk
Psikologlar uzun bir süredir, bizimleaynı etnik kökenden ve sosyoekonomiksınıftan olan, bizimle benzer zekâ düzeyine ve benzer dini inançlara sahip, dahası görünüm açısından da bizimle benzerseviyede (yakışıklılık veya güzellik) kişilere karşı özel ilgi duyduğumuzu bildiriyor.Fakat bütün bu özellikler açısından benzer kişilerin olduğu bir ortamda olduğumuzda bile, içlerinden sadece birine veyaikisine karşı özel ilgi duyuyoruz.Karşılaştığımız birinin çekici olup olmadığına saniyenin beşte biri gibi olağanüstü kısa bir sürede karar veriyoruz.Değişik kültürden insanlarla yapılan çalışmalar, genelde insanların simetrik yüzyapısını çekici bulduğunu gösteriyor. Bunun gerisinde muhtemelen simetrininsağlıklı olmanın, dolayısıyla iyi bir genetik yapının göstergesi olması yatıyor. İlginç bir şekilde fiziksel özellikleri bizebenzeyen insanları çekici buluyoruz. Birçalışmalada kişilerin fotoğrafları bilgisayar ortamında karşı cinse dönüştürülüyor. Örneğin bir erkeğe yüz özelliklerinesadık kalınarak kadın görüntüsü veriliyor.Denekler fotoğrafların kendi fotoğraflarının karşı cinsten görüntüsü olduğunufark etmediği gibi, yine kendilerini (yanikarşı cins hallerini) seçiyor. Çekicilik konusunda önemli bir diğer özellik ise sesimiz. Kadınlar geniş omuzlu, erkeksi yüzlü ve ince belli erkeklerin seslerinden hoşlanıyor, erkekler ise ince belli, geniş kalçalı ve genç kadın sesini ilgi çekici buluyor.Kişinin vücut kokusu da onlar hakkındaki düşüncemizi etkiliyor. İsviçre’de yapılan bir çalışmada bir grup üniversitelikız öğrenciye erkek öğrencilerin iki günboyunca giydiği tişörtler koklatılıyor. Kızöğrenciler kendi bağışıklık sistemlerin den farklı bağışıklık sistemine sahip erkek öğrencilerin tişörtlerinin kokusunubeğeniyor. Çalışmayı yürüten araştırmacılar bunun gerisinde farklı iki bağışıklıksisteminin birleşmesiyle çok daha güçlübir bağışıklık sistemine sahip, sağlıklı çocuklar dünyaya geleceği gerçeğinin yattığını bildiriyor. Bu da türümüzün devamlılığını sağlıyor.Peki nasıl âşık oluyoruz veya âşık olduğumuzda beynimizde neler olup bitiyor? Bu sorulara cevap bulmaya çalışan ilk bilim insanlarından biri RutgersÜniversitesi’nden antropolog Helen Fisher oldu.
Aşkın Molekülleri
Fisher romantik sevginin evrensel olduğunu ve beyindeki özel bir takım moleküllerin ve sistemlerin eseri olduğunudüşünüyordu. Fisher’in hipotezi, beyindeki sinir hücreleri arasında mesaj iletimini sağlayan ve nörotransmiter adını verdiğimiz moleküllerden üçünün(dopamin, norepinefrin ve serotonin)romantik sevgide rol aldığı şeklindeydi. Fisher, mutluluktan uçma duygusunun, uykusuzluğun ve iştahın azalmasının gerisinde beyindeki dopamin ve norepinefrin miktarının artmasının olduğunu ve benzer şekilde âşık olan bir kişinin yatıp kalkıp sevdiği kişi hakkında düşünmesinin gerisinde de beyindeki serotonin etkinliğindeki azalma olduğunu öngörüyordu. Bu üç nörotransmiterin seviyesinin beynin hangi bölgelerinde daha yaygın olduğunu bildiği içinaraştırmasında o bölgelere yoğunlaşacakve âşık olan birinin beynini incelediğinde bu bölgelerden hangisinin daha aktifolduğunu belirleyerek bu üç nörotransmiterden hangisinin romantik sevgiderol oynadığını bulacaktı.Fisher’in planı şöyleydi. Âşık olmuşdeneklere sevdiklerinin fotoğraflarını veolumlu veya olumsuz herhangi bir duygu beslemedikleri, tanıdık birinin fotoğrafını gösterecek, denekler bu fotoğraflara bakarken işlevsel manyetik rezonans(fMRI) ile beyinlerinin görüntülerini elde edecekti. fMRI tekniği beyindeki oksijen tüketimini belirler. Beynin, üzerinde çalışılan işlevden sorumlu bölgesi diğer bölgelere göre daha fazla çalışacağı vedaha fazla oksijen tüketeceği için oksijentüketimindeki artış sayesinde beynin o işlevle ilgili bölgesi de keşfedilmiş olur. Delicesine âşık olanların bu duygularının,herhangi bir duygu beslemedikleri kişilerin fotoğraflarına baktıklarında hissettiklerini etkilememesi için de deneklere buiki fotoğraf arasında büyük bir sayı gösterilip (örneğin 8421) bu sayıdan her defasında yedi çıkararak geriye doğru saymaları istenecekti. Böylece beynin dikkati tamamen dağılmış olacak, bir bakıma beyin güçlü aşk duygularından kısa süreli deolsa arındırılmış olacaktı.Üniversitede değişik noktalara duyurular asarak deney için gönüllüler bulmaya çalıştılar. Kriterlerden biri deneklerinyakın bir zamanda âşık olmuş olmasıydı, diğeri ise uykuları kaçacak ve yemeden içmeden kesilecek kadar delicesineâşık olmuş olmalarıydı. Ayrıca herhangi bir nedenle beynin kimyasını değiştirebilecek ilaç kullananlar ve solaklar çalışma dışı bırakıldı. İlaçlar da solaklık dabeynin organizasyonuna etki edebileceğiiçin sonuçlarda hataya neden olabilirdi.Kısa bir sürede bu kriterlere uyan çok sayıda gönüllü çalışmaya katılmak için başvurdu. Fisher denekleri seçerken ilk olarak onlara ne kadar süredir âşık olduklarını sordu. İkinci sorusu ise günün kaç saatini âşık olduğu kişiyi düşünerek geçirdikleriydi. Çünkü Fisher’e göre saplantılıolmak romantik sevginin temel öğelerindendi. Bu nedenle uyanık geçen her anında âşık olduğu kişiyi düşündüğünü söyleyen denekler hemen deneye alındı.Denekler önce 30 saniye sevdiklerininfotoğrafına baktı. Onlar fotoğrafa bakarken beyinleri görüntülendi. Daha sonraekranda onlara büyük bir rakam gösterildi ve 40 saniyelik sürede geriye doğrusaymaları istendi. Geriye sayımın ardından 30 saniye süreyle herhangi bir duygubeslemedikleri birinin fotoğrafına baktılar. Bu sürenin sonunda tekrar geri sayımişlemini yaptılar, fakat bu sefer süre 20 saniye ile sınırlı tutuldu. Her bir denek içinbu işlem altı defa tekrarlandı ve sonuçtaher bir deneğin değişik beyin bölgelerineait 144 görüntü elde edildi.Denekler sevdiklerinin fotoğraflarınabaktıklarında beyinlerinin birçok bölgesinde oksijen tüketimi arttı. Ancak beyinde özellikle iki bölgedeki etkinlik dikkatçekiyordu. Bu bölgelerden biri beynin içkısmında, merkezine yakın bir yerde bulunan, C harfi şeklindeki “kaudat nükleus”, diğeri ise beynin “ödül sisteminin”önemli bir parçası olan ventral tegmentalbölge (VTA) idi. Kaudat nükleus beyninoluşum açısından en eski bölümlerindenbiridir ve diğer hayvanlarda da aynı işlevleri yerine getiren yapılarla büyük benzerlik gösterir. Yakın bir zamana kadar kaudat nükleusun sadece vücut hareketleriniyönettiği düşünülüyordu. Ancak son yıllarda beynin bu bölgesinin uyarılma, zevkhissetme ve ödül elde etmek için güdülenme gibi işlevleri yöneten “ödül sisteminin” önemli bir parçası olduğu keşfedildi.Görüşmelerde sorulan sorulara verdikleri cevaplardan şiddetli bir aşk yaşadıkları anlaşılan deneklerin kaudat nükleusları diğerlerine oranla çok daha etkindi.Âşıkların beyinlerinde üst düzeyde etkinolduğu bulunan ikinci bölge olan VTA dayine beynin ödül sisteminin önemli birparçasıdır. Buradaki sinirler önemli düzeyde dopamin adı verilen nörotransmiter üretir ve beynin diğer bölgelerine gönderir. VTA’da üretilen dopaminin ulaştığı bölgelerden biri de kaudat nükleustur.Bu keşif Fisher’in varsayımının da bir kanıtı oluyordu. Biraz önce açıkladığım gibi Fisher, âşık beyinde dopamin ve norepinefrin düzeyinin yükselmiş olacağınıdüşünmüştü. Dopamin ile ilgili tahminidoğru çıkmıştı. VTA’da üretilen dopaminin beynin diğer bölgelerine yayılması kişinin dikkatinin artmasına, odaklanmasına, enerjisinin artmasına ve ödül elde etmek üzere güdülenmesine, neşe ve sevinçten coşmasına neden oluyordu. Bütün bunlar da şüphesiz âşık olanlarda sıkça gözlenen özelliklerdi.Beyin ve aşk konusunda Helen Fisher ile çalışan, NewYork’taki YeshivaÜniversitesi’nden Lucy Brown da aşkındaha önceden düşünüldüğü gibi bir duygu hali olmadığını, yine aynı araştırmagrubundan Art Aron’ın ileri sürdüğü gibi öncelikle “türümüzün devamını garanti altına alacak bir motivasyon yani güdü”olduğunu belirtiyor. Aşk ile ilgili değişikduygular yaşanabileceğini, örneğin âşıkbirinin kendini bulutların üstünde uçargibi hissedebileceğini veya bazan kaygı, hatta nefret duyguları yaşayabileceğini belirtiyor. Fakat hepsinin ötesinde, hareketlerimizi ve duygularımızı da yönlendiren ana kavramın “güdü” olduğunu belirtiyor. Brown’a göre âşık olduğumuz kişi yaşamdaki “hedefimiz” haline geliyor.Âşık olduğumuz insana ulaşmamız sonucunda ise beynimizdeki ödül sistemi (dopamin) devreye giriyor ve çok güçlü pozitif duygular yaşamaya başlıyoruz.Fisher âşık beyinde dopaminin yanısıra norepinefrin miktarının da artacağını, seratonin miktarının azalacağını tahmin etmişti. Norepinefrinin etkileri beynin değişik bölgelerine göre değişmeklebirlikte kişinin neşeli olması, kendini aşırı derecede enerjik hissetmesi, uzun süreuyanık kalması ve iştahsızlık gibi etkilerivardır ki bunların hepsi de âşıklarda gözlenen davranışlardır. Norepinefrinin birdiğer özelliğinin de yeni uyarıların yarattığı anıların hafızaya daha güçlü aktarılması olduğu düşünülüyor. Bu da âşıklarınbirlikte yaşadıkları birtakım olayları veyaanları detayları ile hatırlamasının ve aradan yıllar geçse de onları unutmamasınınbir açıklaması olabilir.Fisher’in bir diğer varsayımı da seratonin miktarının âşık beyinlerde daha düşük olacağı şeklindeydi. Bu düşüncesinin nedeni âşıkların neredeyse uyanık oldukları her an sevdiklerini düşünmesiydi. Bu nedenledir ki deneklere sorulan ilk sorulardan biri “sevdiğini günde ne kadar düşünüyorsun” şeklindeydi. Yeni âşıkların tamamına yakını, zamanlarının % 90’ını veya daha fazlasını sevdiklerini düşünmekle geçirdiklerini bildirdi. Fisher âşık olmanın, bir bakıma obsesif kompulsif bozukluktaki(OKB) gibi bir saplantı durumu yarattığını düşünüyor. OKB hastalarının tedavisinde yaygın olarak kullanılan birgrup ilaç SSRI genel adı ile anılan antidepresanlardır. Bu ilaçlar sinir hücreleri arasında iletişimin kurulduğu bölgeler olan sinapslardaki seratonin miktarını artırmak için kullanılır. Fisher bugözlemlerinden yola çıkarak OKB hastaları gibi âşıkların da beyinlerinde seratonin miktarının düşük olacağı savını ileri sürdü. Bu düşüncesi için aslında bilimsel bir destek de vardı. 1999 yılında birgrup İtalyan bilim insanı 20’si yeni âşık,20’si OKB hastası ve 20’si normal denekler üzerinde yaptıkları bir çalışmada yeni âşık olanlarla OKB hastalarının kanlarındaki seratonin miktarının normaldeneklerinkinden daha düşük olduğunubulmuşlardı. Fisher “Neden Seviyoruz:Romantik Sevginin Doğası ve Kimyası”adlı kitabını yayımladıktan sonra çok sayıda eposta aldığını ve bu epostalarınpek çoğunda, antidepresan (SSRI) kullanan okurlarının aşk hayatlarının olumsuz yönde etkilendiğini yazdığını ve budurumun tedavide göz önüne alınması gerektiğini aktarıyor. Fisher bu durumun önemli bir sağlık sorunu olduğunu, çünkü cinsel isteği azalttığı bilinenbu ilaçların kullanımının sadece Batı’nınileri toplumlarında değil gelişmekte olanülkelerde de hızla arttığını bildiriyor.SSRI’ların kullanımı serotonin seviyesini yükseltiyor ama seratonin seviyesininartması beyinde dopamin sistemini baskı altında tutuyor. Âşıkların beyinlerininfMRI görüntüleri, Fisher’in başlangıçta dopamin, epinefrin ve seratonin hakkındak ileri sürdüğü varsayımları doğruluyordu.Aşk başlangıçta ne kadar güçlü olsa da zaman içinde bir şeyler değişiyor.İlk günlerin heyecanı, artan kalp atışları,âşık olunan kişiyi devamlı düşünme giderek azalıyor. Onların yerini başlangıçtayaşanmayan, örneğin sevgi bağlılığı gibiduygular alıyor. Acaba zamanla âşık beyinde ne tür değişiklikler meydana geliyor? Çok detaylı olmasa da bu konuda dabilgi edinmeye başladık.Helen Fisher ve arkdaşları ile eş zamanlı olarak okyanusun diğer yanından,İngiltere’deki London Collage’dan Andreas Bertel ve Semir Zeki, âşık beyindeki değişiklikler üzerinde çalışıyordu. Fisher ve arkadaşlarının çalışmasında yeniâşıkların (ortalama yedi ay) beyinleri incelenirken Bertel ve Zeki’nin çalışmasında âşıkların birliktelik süresi ortalama2,3 yıldı. Elde edilen sonuçlar Fisher veakradaşlarının sonuçlarından farklıydı.Uzun süreli âşıkların beyinlerinin “anterior singulate gyrus” ve “insülar korteks” adlı bölgelerinde etkinlik gözlenirken yeni âşıklarda beynin bu bölgelerinde önemli bir değişim gözlenmemişti.“Anterior singulate gyrus” beynin duygu, dikkat, ve hafıza gibi işlevlerle ilgili bir bölgesidir. Ayrıca mutlulukla, kişinin duygusal durumunun farkında olması ile, sosyal ilişkilerde diğerlerinin nehissettiklerini anlama ile, bir şeyin değerine göre karar verme ile de ilişkisi olduğu biliniyor. “İnsülar korteks” ise beyninvücutla ilgili veriler toplayan bir bölgesi (örneğin sıcaklık, dokunulma, iç organların etkinliği gibi). İnsülar korteksin duygularla da ilgili olduğu biliniyor.Bütün bunların ne anlama geldiği henüzkesinlik kazanmamış olmakla birlikteveriler zaman içinde aşkın değişmesine paralel olarak âşık beyinde de önemlideğişiklikler olduğunu gösteriyor.
Cinsel Arzu ve Bağlılık
Aşkla birlikte anılması gereken ikiönemli duygu şüphesiz cinsel arzu vebağlılık. Cinsel arzu veya cinsel tatmininsan zihnini en çok meşgul eden düşüncelerin başında geliyor. Cinsel arzu romantik sevgiden farklı olmakla birlikte özellikle Batı toplumlarında bu ikisinin karıştırıldığını gösteren bilimsel veriler var. Pek çok toplumda romantik sevgiile cinsel arzu farklı kelimelerle tanımlanıyor. Deney hayvanlarında ve insanlarda cinsel arzu ve onun tatmini ile ilgi olarak yapılan çalışmalar bu işlevde beynindeğişik bölgelerinin görev aldığını gösteriyor. Bu çalışmalardan hem erkeklerdehem de kadınlarda cinsel arzunun özellikle testosteron adlı hormonun kontrolü altında olduğunu biliyoruz. Romantiksevgi veya aşkın cinsel arzuyu kamçıladığı da bir gerçek. Bunun gerisinde ise yine beynin kimyası var. Bilimsel çalışmalar dopaminin testosteron salgısını artırdığını gösteriyor. Erkek kobaylara dopamin enjekte edildiğinde çiftleşme arzularının arttığı görülüyor. Depresyon tedavisi gören ve beyindeki dopamin miktarınıartırıcı ilaç alan hastalar cinsel arzularında artış olduğunu bildiriyor.Aşkla başlayan uzun süreli ilişkilerde,zaman içinde duygular hem dinginleşiyorhem de daha derinden hissediliyor. Eğerçiftler şanlıysa kısaca “bağlılık” olarak tanımlayabileceğimiz güven, huzur, rahatlıkve birliktelik duyguları yaşanmaya başlıyor. (İstatistiksel veriler ABD’de her iki evlilikten birin boşanma ile sonuçlandığınıgösteriyor. Son yıllarda artmış olsa da ülkemizde boşanma oranları şimdilik dahadüşük düzeyde.) Bağlılık bilimsel çevrelerde, evrimsel süreçte insan neslinin devamını sağlamak üzere gelişmiş bir içgüdü olarak kabul ediliyor. Çünkü memeliler arasında sadece insan doğarken cokzayıf ve yardıma muhtaç doğuyor ve uzunbir süre yetişkinlerin yakın ilgi ve korumasına ihtiyaç duyuyor. Bağlılığın mekanizması hakkındaki bilgilerimiz ise ilginçbir kaynağa, kır sıçanına uzanıyor.Kır sıçanı diğer pek çok memelidenfarklı olarak hayatını tek bir eşle geçirir(memelilerin sadece % 3% 5’i monogam,yani tek eşli bir yaşam sürer). Aynı aileninbir diğer üyesi olan çayır sıçanının ise çokeşli bir yaşam tarzı vardır. Bilim insanlarıbu iki yakın türün beyinlerini inceleyerekeşe bağlılığın sinirsel temelleri hakkında çok önemli bilgiler elde etti. Eşler arasındaki bağlılığı oksitosin ve vasopressinadı verilen iki hormonun kontrol ettiğinibuldular. Anne ile çocuk arasında gözlenen bağlılığın gerisinde de aynı hormonvar. Kır sıçanlarının beyninde bu iki hormonun reseptörlerinin sayısının çok dahafazla olduğu bulundu. Her iki hormon dabeynin ödül sistemini etkiliyor. Bu konuda en güçlü delil, çayır sıçanlarının beynindeki vasopressin reseptörünün sayısı genetik olarak artırıldığında elde edildi.Çayır sıçanları kır sıçanları gibi tek eşli biryaşam sürmeye başladı.
Aşk Acısı
Aşık olunan biri tarafından reddedilmenin ne kadar acı verdiğini tahmin edebilirsiniz. Bu tecrübeyiya arkadaşlarınızda gözlemlediniz ya da kendiniz yaşadınız. Michigan Üniversitesi’nden Ethan Kross veMarc Berman yakın zamanda sevgilileri tarafındanterk edilen 40 gönüllünün beyinlerini inceleyerek ayrılığın beyindeki etkisini belirlemeye çalıştı. Deneklere önce terk eden sevgililerinin fotoğraflarını gösterdiler. Onlar fotoğrafa bakarken işlevsel MRI ilebeyinlerini görüntülediler. Kontrol amacıyla bir deromantik bir ilişkilerinin olmadığı arkadaşlarının fotoğraflarına bakarkenki beyin görüntüleri elde edildi. Denekler istemeyerek ayrıldıkları sevgililerininfotoğrafına bakarken beyinlerinin “ikincil somatosensory korteks” ve “dorsal posterior insüla” adlı bölgelerinde etkinlik gözlendi. Oysa arkadaşlarının fotoğraflarına bakarken herhangi bir fark gözlenmedi.Kross ve Berman bu sefer deneklerin kollarına sıcaklık uyarısı (ılık ve hoş bir sıcaklık uyarısı ya da acı veren sıcaklık uyarısı) verdi. Yine fMRI ile beyin etkinlikleri belirlendi. Acı veren sıcaklık uygulandığında beynin yine aynı iki bölgesinin etkinleştiği gözlemlendi. Bu denemelere ek olarak araştırmacılar ogüne kadar acı ve beyin konusunda yapılmış yaklaşık 500 çalışmayı incelediklerinde, bu çalışmaların %88’inde beynin aynı bölgelerinin, yani “ikincil somatosensory korteks” ve “dorsal posterior insüla”nın fiziksel acı ile ilgili olduğunun bulunduğunu gördüler.Bütün bu sonuçlar âşık olunan birinden istemeyerekayrılmanın sonucunda çekilen acının fiziksel acı gibigerçek bir acı olduğunu gösteriyor.Öte yandan bilim, sevgilinin dokunmasının acıyakarşı koruyucu etkisi olduğunu da belgeliyor. Virginia ve Wisconsin üniversitelerinden iki grup araştırmacının katkısıyla gerçekleşen ve James Coan’ın liderliğinde 2006 yılında yapılan bir çalışmada, mutlu bir evliliğe sahip kadınların ayak bileklerine hafifelektrik şoku verilerek deneyden hemen önce ve deney sırasında beyin görüntüleri elde ediliyor. Deneyin ikinci aşamasında ise kadınların eşleri yanlarında durup onların ellerini tutuyor ve elektrik şoku eşler el eleyken veriliyor. Aynı güçteki elektrik akımıverilmesine rağmen bu sefer elektrik şoku kadınların beyinlerinde çok daha düşük düzeyde tepki yaratıyor. Deney, evliliklerinde problem yaşayan denekler üzerinde tekrarlandığında, eşinin elini tutmasının denek üzerinde herhangi bir koruyucu etkisi olmuyor. Sağlıklı bir ilişki ve seven bir eşin dokunması tansiyonun düşmesini, kaygının azalmasını sağlarken strese karşı da koruyucu etki yaratıyor. Eşler arasındaki sevgi arttıkça dokunmanın etkisi de artıyor.Helen Fisher ve onun gibi âşık beyni anlamayaçalışan diğer bilim insanları, bilimin aşk, seks ve eşbağlılığı hakkında önemli gerçekleri açığa çıkardığını fakat açıklayamadığı daha çok şey olduğunu belirtiyor. Bu bilinmezlikler ise şüphesiz yaşantımızarenk katıyor. Tıpkı aşk gibi.Aşkı genelde şiirlerden, romanlardan, destanlaşmış aşk hikayelerinden,kalbi kırılmış bestekârların şarkılarından ve bazen de kendi tecrübelerimizden öğreniyoruz.Kimi aşktan dans edip sarkılar söylüyor, kimi sevdiği ile bir arada olduğu için bulutların üstünde uçuyor.Kimi sevgisine karşılık göremediği için yemeden içmeden kesiliyor.Kimi sevdiğine kavuşmak için evini barkını terk edip kaçıyor.Kimi sevdigini öldürüyor, kimi kendini.Peki türümüzün bu evrensel özelliği hakkında modern bilim neler söylüyor?Kalbimizle mi yoksa beynimizle mi âşık oluyoruz?Aşk acısı gerçek mi? Ya gücü
Leyla ile Kays göçebe bir Arap ka-bilesinde dünyaya gelirler. Çocuk-lukları birlikte geçer. Kabileleri-nin sürüsünü güderler birlikte. Zaman-la Leyla ve Kays birbirlerine âşık olur.Şair ruhlu Kays, Leylası için şiirler yaz-maya başlar. Şiirleri o kadar güzeldir kiduyanlar onları ezberleyip tekrarlamak-tan kendilerini alamaz. Birbirlerine karşıduydukları bu derin sevgiyi ömür boyubirlikteliğe dönüştürmek isteyen Kays,Leyla’yı babasından ister. Fakat böyle birbirlikteliğin geleneklere aykırı, o nedenlede imkânsız olduğunu belirten Leyla’nınbabası onun bu isteğini reddeder. Bir süre sonra Leyla istemediği haldebaşka bir kabileden zengin bir tüccar ileevlendirilir ve kabileden ayrılır. Leyla’nınevlilik haberini duyan Kays deliye döner.Kabileyi terk edip yakındaki bir çölde do-laşmaya başlar. Uzun bir süre ondan ha-ber alınamaz. Onun için günlerce çöle yemek bırakan ailesi de artık ondan ümidikeser. Arada bir Kays’ı şiirler okurken ve-ya kum üzerine çubukla şiirler yazarkengördüklerini söyleyenler olur. Kays’ın şi-irleri dilden dile dolaşır, ama artık o halkarasında, Arapçada deli anlamına gelen“Mecnun” ismiyle anılıyordur.Ayrılık acısına ve hasrete dayanama-yan Leyla hastalanıp yataklara düşer. Kı-sa bir süre sonra da yaşama veda eder.Mecnun’un ölü bedeni ise kim olduğu bi-linmeyen bir kadının mezarı başında bu-lunur. Mezarın yanındaki bir taşın üzeri-ne kazınmış, üç kıtadan oluşan bir de şi-ir bırakmıştır geriye Mecnun. Leyla ve Mecnun hikayesi aslında ya-şanmış bir olaya dayanıyor. Mecnun’un688 yılında öldüğü tahmin ediliyor.Onların hikâyeleri aradan geçen asır-lar boyu çok sayıda yazara ve şaire il-ham kaynağı olmuş, olmaya da devamediyor. Leyla ve Mecnun’unkine benzerhikâyelere dünyanın dört bir yanındanfarklı kültürlerde de rastlıyoruz. Ferhatile Şirin, Romeo ve Juliet, Paris ve He-len, Meilan ve Chang Po bunlardan sa-dece birkaçı.Yazılı en eski aşk şiiri İstanbul Arke-oloji Müzesi’nde. Günümüzden yaklaşık4000 yıl önce Sümerce yazılmış bu şiirdesevgiliye:“Kalbimin sevgilisiGüzelliğin büyüktür baldan tatlı…”diye sesleniliyor.İlkel kabilelerin aşk kavramı moderntoplumlarınkinden farksız. Polinezya’nınCook Adaları’nda yaşayan Mangaia ka-bilesinde “aşk için ölmek” anlamına ge-len bir kelime dahi var. Halk müziği-mizden sanat müziğimize, pop müziği-mizden arabeske, şarkı ve türkülerimi-zin neredeyse tamamına yakını roman-tik sevgiyi anlatıyor. Yaşamış olsak da ol-masak da hepimiz aşkın ne demek oldu-ğunu biliyoruz. Ancak sevginin ve aşkınne demek olduğunun açık ve net bir ta-nımını bulmakta zorlanıyoruz. Sophok-les “bu dünyanın yükünden ve acısındanbizi kurtaran tek bir kelime var, o da sev-gi” diyor. Platon ise “aşkın dokunuşuy-la herkes bir şair olur” diyor, ama dahasonra aşkı “zihinsel bir hastalık” olaraktanımlıyor. Bilim insanlarının gözündeise aşk “kimyasal, bilişsel ve amaçlı-dav-ranış bileşenleri olan karmaşık ve ödül-lendirici bir duygusal durum” veya “me-meli beyninin eş seçim sistemi”.
İlk Görüşte Aşk
Psikologlar uzun bir süredir, bizimleaynı etnik kökenden ve sosyoekonomiksınıftan olan, bizimle benzer zekâ düzeyine ve benzer dini inançlara sahip, dahası görünüm açısından da bizimle benzerseviyede (yakışıklılık veya güzellik) kişilere karşı özel ilgi duyduğumuzu bildiriyor.Fakat bütün bu özellikler açısından benzer kişilerin olduğu bir ortamda olduğumuzda bile, içlerinden sadece birine veyaikisine karşı özel ilgi duyuyoruz.Karşılaştığımız birinin çekici olup olmadığına saniyenin beşte biri gibi olağanüstü kısa bir sürede karar veriyoruz.Değişik kültürden insanlarla yapılan çalışmalar, genelde insanların simetrik yüzyapısını çekici bulduğunu gösteriyor. Bunun gerisinde muhtemelen simetrininsağlıklı olmanın, dolayısıyla iyi bir genetik yapının göstergesi olması yatıyor. İlginç bir şekilde fiziksel özellikleri bizebenzeyen insanları çekici buluyoruz. Birçalışmalada kişilerin fotoğrafları bilgisayar ortamında karşı cinse dönüştürülüyor. Örneğin bir erkeğe yüz özelliklerinesadık kalınarak kadın görüntüsü veriliyor.Denekler fotoğrafların kendi fotoğraflarının karşı cinsten görüntüsü olduğunufark etmediği gibi, yine kendilerini (yanikarşı cins hallerini) seçiyor. Çekicilik konusunda önemli bir diğer özellik ise sesimiz. Kadınlar geniş omuzlu, erkeksi yüzlü ve ince belli erkeklerin seslerinden hoşlanıyor, erkekler ise ince belli, geniş kalçalı ve genç kadın sesini ilgi çekici buluyor.Kişinin vücut kokusu da onlar hakkındaki düşüncemizi etkiliyor. İsviçre’de yapılan bir çalışmada bir grup üniversitelikız öğrenciye erkek öğrencilerin iki günboyunca giydiği tişörtler koklatılıyor. Kızöğrenciler kendi bağışıklık sistemlerin den farklı bağışıklık sistemine sahip erkek öğrencilerin tişörtlerinin kokusunubeğeniyor. Çalışmayı yürüten araştırmacılar bunun gerisinde farklı iki bağışıklıksisteminin birleşmesiyle çok daha güçlübir bağışıklık sistemine sahip, sağlıklı çocuklar dünyaya geleceği gerçeğinin yattığını bildiriyor. Bu da türümüzün devamlılığını sağlıyor.Peki nasıl âşık oluyoruz veya âşık olduğumuzda beynimizde neler olup bitiyor? Bu sorulara cevap bulmaya çalışan ilk bilim insanlarından biri RutgersÜniversitesi’nden antropolog Helen Fisher oldu.
Aşkın Molekülleri
Fisher romantik sevginin evrensel olduğunu ve beyindeki özel bir takım moleküllerin ve sistemlerin eseri olduğunudüşünüyordu. Fisher’in hipotezi, beyindeki sinir hücreleri arasında mesaj iletimini sağlayan ve nörotransmiter adını verdiğimiz moleküllerden üçünün(dopamin, norepinefrin ve serotonin)romantik sevgide rol aldığı şeklindeydi. Fisher, mutluluktan uçma duygusunun, uykusuzluğun ve iştahın azalmasının gerisinde beyindeki dopamin ve norepinefrin miktarının artmasının olduğunu ve benzer şekilde âşık olan bir kişinin yatıp kalkıp sevdiği kişi hakkında düşünmesinin gerisinde de beyindeki serotonin etkinliğindeki azalma olduğunu öngörüyordu. Bu üç nörotransmiterin seviyesinin beynin hangi bölgelerinde daha yaygın olduğunu bildiği içinaraştırmasında o bölgelere yoğunlaşacakve âşık olan birinin beynini incelediğinde bu bölgelerden hangisinin daha aktifolduğunu belirleyerek bu üç nörotransmiterden hangisinin romantik sevgiderol oynadığını bulacaktı.Fisher’in planı şöyleydi. Âşık olmuşdeneklere sevdiklerinin fotoğraflarını veolumlu veya olumsuz herhangi bir duygu beslemedikleri, tanıdık birinin fotoğrafını gösterecek, denekler bu fotoğraflara bakarken işlevsel manyetik rezonans(fMRI) ile beyinlerinin görüntülerini elde edecekti. fMRI tekniği beyindeki oksijen tüketimini belirler. Beynin, üzerinde çalışılan işlevden sorumlu bölgesi diğer bölgelere göre daha fazla çalışacağı vedaha fazla oksijen tüketeceği için oksijentüketimindeki artış sayesinde beynin o işlevle ilgili bölgesi de keşfedilmiş olur. Delicesine âşık olanların bu duygularının,herhangi bir duygu beslemedikleri kişilerin fotoğraflarına baktıklarında hissettiklerini etkilememesi için de deneklere buiki fotoğraf arasında büyük bir sayı gösterilip (örneğin 8421) bu sayıdan her defasında yedi çıkararak geriye doğru saymaları istenecekti. Böylece beynin dikkati tamamen dağılmış olacak, bir bakıma beyin güçlü aşk duygularından kısa süreli deolsa arındırılmış olacaktı.Üniversitede değişik noktalara duyurular asarak deney için gönüllüler bulmaya çalıştılar. Kriterlerden biri deneklerinyakın bir zamanda âşık olmuş olmasıydı, diğeri ise uykuları kaçacak ve yemeden içmeden kesilecek kadar delicesineâşık olmuş olmalarıydı. Ayrıca herhangi bir nedenle beynin kimyasını değiştirebilecek ilaç kullananlar ve solaklar çalışma dışı bırakıldı. İlaçlar da solaklık dabeynin organizasyonuna etki edebileceğiiçin sonuçlarda hataya neden olabilirdi.Kısa bir sürede bu kriterlere uyan çok sayıda gönüllü çalışmaya katılmak için başvurdu. Fisher denekleri seçerken ilk olarak onlara ne kadar süredir âşık olduklarını sordu. İkinci sorusu ise günün kaç saatini âşık olduğu kişiyi düşünerek geçirdikleriydi. Çünkü Fisher’e göre saplantılıolmak romantik sevginin temel öğelerindendi. Bu nedenle uyanık geçen her anında âşık olduğu kişiyi düşündüğünü söyleyen denekler hemen deneye alındı.Denekler önce 30 saniye sevdiklerininfotoğrafına baktı. Onlar fotoğrafa bakarken beyinleri görüntülendi. Daha sonraekranda onlara büyük bir rakam gösterildi ve 40 saniyelik sürede geriye doğrusaymaları istendi. Geriye sayımın ardından 30 saniye süreyle herhangi bir duygubeslemedikleri birinin fotoğrafına baktılar. Bu sürenin sonunda tekrar geri sayımişlemini yaptılar, fakat bu sefer süre 20 saniye ile sınırlı tutuldu. Her bir denek içinbu işlem altı defa tekrarlandı ve sonuçtaher bir deneğin değişik beyin bölgelerineait 144 görüntü elde edildi.Denekler sevdiklerinin fotoğraflarınabaktıklarında beyinlerinin birçok bölgesinde oksijen tüketimi arttı. Ancak beyinde özellikle iki bölgedeki etkinlik dikkatçekiyordu. Bu bölgelerden biri beynin içkısmında, merkezine yakın bir yerde bulunan, C harfi şeklindeki “kaudat nükleus”, diğeri ise beynin “ödül sisteminin”önemli bir parçası olan ventral tegmentalbölge (VTA) idi. Kaudat nükleus beyninoluşum açısından en eski bölümlerindenbiridir ve diğer hayvanlarda da aynı işlevleri yerine getiren yapılarla büyük benzerlik gösterir. Yakın bir zamana kadar kaudat nükleusun sadece vücut hareketleriniyönettiği düşünülüyordu. Ancak son yıllarda beynin bu bölgesinin uyarılma, zevkhissetme ve ödül elde etmek için güdülenme gibi işlevleri yöneten “ödül sisteminin” önemli bir parçası olduğu keşfedildi.Görüşmelerde sorulan sorulara verdikleri cevaplardan şiddetli bir aşk yaşadıkları anlaşılan deneklerin kaudat nükleusları diğerlerine oranla çok daha etkindi.Âşıkların beyinlerinde üst düzeyde etkinolduğu bulunan ikinci bölge olan VTA dayine beynin ödül sisteminin önemli birparçasıdır. Buradaki sinirler önemli düzeyde dopamin adı verilen nörotransmiter üretir ve beynin diğer bölgelerine gönderir. VTA’da üretilen dopaminin ulaştığı bölgelerden biri de kaudat nükleustur.Bu keşif Fisher’in varsayımının da bir kanıtı oluyordu. Biraz önce açıkladığım gibi Fisher, âşık beyinde dopamin ve norepinefrin düzeyinin yükselmiş olacağınıdüşünmüştü. Dopamin ile ilgili tahminidoğru çıkmıştı. VTA’da üretilen dopaminin beynin diğer bölgelerine yayılması kişinin dikkatinin artmasına, odaklanmasına, enerjisinin artmasına ve ödül elde etmek üzere güdülenmesine, neşe ve sevinçten coşmasına neden oluyordu. Bütün bunlar da şüphesiz âşık olanlarda sıkça gözlenen özelliklerdi.Beyin ve aşk konusunda Helen Fisher ile çalışan, NewYork’taki YeshivaÜniversitesi’nden Lucy Brown da aşkındaha önceden düşünüldüğü gibi bir duygu hali olmadığını, yine aynı araştırmagrubundan Art Aron’ın ileri sürdüğü gibi öncelikle “türümüzün devamını garanti altına alacak bir motivasyon yani güdü”olduğunu belirtiyor. Aşk ile ilgili değişikduygular yaşanabileceğini, örneğin âşıkbirinin kendini bulutların üstünde uçargibi hissedebileceğini veya bazan kaygı, hatta nefret duyguları yaşayabileceğini belirtiyor. Fakat hepsinin ötesinde, hareketlerimizi ve duygularımızı da yönlendiren ana kavramın “güdü” olduğunu belirtiyor. Brown’a göre âşık olduğumuz kişi yaşamdaki “hedefimiz” haline geliyor.Âşık olduğumuz insana ulaşmamız sonucunda ise beynimizdeki ödül sistemi (dopamin) devreye giriyor ve çok güçlü pozitif duygular yaşamaya başlıyoruz.Fisher âşık beyinde dopaminin yanısıra norepinefrin miktarının da artacağını, seratonin miktarının azalacağını tahmin etmişti. Norepinefrinin etkileri beynin değişik bölgelerine göre değişmeklebirlikte kişinin neşeli olması, kendini aşırı derecede enerjik hissetmesi, uzun süreuyanık kalması ve iştahsızlık gibi etkilerivardır ki bunların hepsi de âşıklarda gözlenen davranışlardır. Norepinefrinin birdiğer özelliğinin de yeni uyarıların yarattığı anıların hafızaya daha güçlü aktarılması olduğu düşünülüyor. Bu da âşıklarınbirlikte yaşadıkları birtakım olayları veyaanları detayları ile hatırlamasının ve aradan yıllar geçse de onları unutmamasınınbir açıklaması olabilir.Fisher’in bir diğer varsayımı da seratonin miktarının âşık beyinlerde daha düşük olacağı şeklindeydi. Bu düşüncesinin nedeni âşıkların neredeyse uyanık oldukları her an sevdiklerini düşünmesiydi. Bu nedenledir ki deneklere sorulan ilk sorulardan biri “sevdiğini günde ne kadar düşünüyorsun” şeklindeydi. Yeni âşıkların tamamına yakını, zamanlarının % 90’ını veya daha fazlasını sevdiklerini düşünmekle geçirdiklerini bildirdi. Fisher âşık olmanın, bir bakıma obsesif kompulsif bozukluktaki(OKB) gibi bir saplantı durumu yarattığını düşünüyor. OKB hastalarının tedavisinde yaygın olarak kullanılan birgrup ilaç SSRI genel adı ile anılan antidepresanlardır. Bu ilaçlar sinir hücreleri arasında iletişimin kurulduğu bölgeler olan sinapslardaki seratonin miktarını artırmak için kullanılır. Fisher bugözlemlerinden yola çıkarak OKB hastaları gibi âşıkların da beyinlerinde seratonin miktarının düşük olacağı savını ileri sürdü. Bu düşüncesi için aslında bilimsel bir destek de vardı. 1999 yılında birgrup İtalyan bilim insanı 20’si yeni âşık,20’si OKB hastası ve 20’si normal denekler üzerinde yaptıkları bir çalışmada yeni âşık olanlarla OKB hastalarının kanlarındaki seratonin miktarının normaldeneklerinkinden daha düşük olduğunubulmuşlardı. Fisher “Neden Seviyoruz:Romantik Sevginin Doğası ve Kimyası”adlı kitabını yayımladıktan sonra çok sayıda eposta aldığını ve bu epostalarınpek çoğunda, antidepresan (SSRI) kullanan okurlarının aşk hayatlarının olumsuz yönde etkilendiğini yazdığını ve budurumun tedavide göz önüne alınması gerektiğini aktarıyor. Fisher bu durumun önemli bir sağlık sorunu olduğunu, çünkü cinsel isteği azalttığı bilinenbu ilaçların kullanımının sadece Batı’nınileri toplumlarında değil gelişmekte olanülkelerde de hızla arttığını bildiriyor.SSRI’ların kullanımı serotonin seviyesini yükseltiyor ama seratonin seviyesininartması beyinde dopamin sistemini baskı altında tutuyor. Âşıkların beyinlerininfMRI görüntüleri, Fisher’in başlangıçta dopamin, epinefrin ve seratonin hakkındak ileri sürdüğü varsayımları doğruluyordu.Aşk başlangıçta ne kadar güçlü olsa da zaman içinde bir şeyler değişiyor.İlk günlerin heyecanı, artan kalp atışları,âşık olunan kişiyi devamlı düşünme giderek azalıyor. Onların yerini başlangıçtayaşanmayan, örneğin sevgi bağlılığı gibiduygular alıyor. Acaba zamanla âşık beyinde ne tür değişiklikler meydana geliyor? Çok detaylı olmasa da bu konuda dabilgi edinmeye başladık.Helen Fisher ve arkdaşları ile eş zamanlı olarak okyanusun diğer yanından,İngiltere’deki London Collage’dan Andreas Bertel ve Semir Zeki, âşık beyindeki değişiklikler üzerinde çalışıyordu. Fisher ve arkadaşlarının çalışmasında yeniâşıkların (ortalama yedi ay) beyinleri incelenirken Bertel ve Zeki’nin çalışmasında âşıkların birliktelik süresi ortalama2,3 yıldı. Elde edilen sonuçlar Fisher veakradaşlarının sonuçlarından farklıydı.Uzun süreli âşıkların beyinlerinin “anterior singulate gyrus” ve “insülar korteks” adlı bölgelerinde etkinlik gözlenirken yeni âşıklarda beynin bu bölgelerinde önemli bir değişim gözlenmemişti.“Anterior singulate gyrus” beynin duygu, dikkat, ve hafıza gibi işlevlerle ilgili bir bölgesidir. Ayrıca mutlulukla, kişinin duygusal durumunun farkında olması ile, sosyal ilişkilerde diğerlerinin nehissettiklerini anlama ile, bir şeyin değerine göre karar verme ile de ilişkisi olduğu biliniyor. “İnsülar korteks” ise beyninvücutla ilgili veriler toplayan bir bölgesi (örneğin sıcaklık, dokunulma, iç organların etkinliği gibi). İnsülar korteksin duygularla da ilgili olduğu biliniyor.Bütün bunların ne anlama geldiği henüzkesinlik kazanmamış olmakla birlikteveriler zaman içinde aşkın değişmesine paralel olarak âşık beyinde de önemlideğişiklikler olduğunu gösteriyor.
Cinsel Arzu ve Bağlılık
Aşkla birlikte anılması gereken ikiönemli duygu şüphesiz cinsel arzu vebağlılık. Cinsel arzu veya cinsel tatmininsan zihnini en çok meşgul eden düşüncelerin başında geliyor. Cinsel arzu romantik sevgiden farklı olmakla birlikte özellikle Batı toplumlarında bu ikisinin karıştırıldığını gösteren bilimsel veriler var. Pek çok toplumda romantik sevgiile cinsel arzu farklı kelimelerle tanımlanıyor. Deney hayvanlarında ve insanlarda cinsel arzu ve onun tatmini ile ilgi olarak yapılan çalışmalar bu işlevde beynindeğişik bölgelerinin görev aldığını gösteriyor. Bu çalışmalardan hem erkeklerdehem de kadınlarda cinsel arzunun özellikle testosteron adlı hormonun kontrolü altında olduğunu biliyoruz. Romantiksevgi veya aşkın cinsel arzuyu kamçıladığı da bir gerçek. Bunun gerisinde ise yine beynin kimyası var. Bilimsel çalışmalar dopaminin testosteron salgısını artırdığını gösteriyor. Erkek kobaylara dopamin enjekte edildiğinde çiftleşme arzularının arttığı görülüyor. Depresyon tedavisi gören ve beyindeki dopamin miktarınıartırıcı ilaç alan hastalar cinsel arzularında artış olduğunu bildiriyor.Aşkla başlayan uzun süreli ilişkilerde,zaman içinde duygular hem dinginleşiyorhem de daha derinden hissediliyor. Eğerçiftler şanlıysa kısaca “bağlılık” olarak tanımlayabileceğimiz güven, huzur, rahatlıkve birliktelik duyguları yaşanmaya başlıyor. (İstatistiksel veriler ABD’de her iki evlilikten birin boşanma ile sonuçlandığınıgösteriyor. Son yıllarda artmış olsa da ülkemizde boşanma oranları şimdilik dahadüşük düzeyde.) Bağlılık bilimsel çevrelerde, evrimsel süreçte insan neslinin devamını sağlamak üzere gelişmiş bir içgüdü olarak kabul ediliyor. Çünkü memeliler arasında sadece insan doğarken cokzayıf ve yardıma muhtaç doğuyor ve uzunbir süre yetişkinlerin yakın ilgi ve korumasına ihtiyaç duyuyor. Bağlılığın mekanizması hakkındaki bilgilerimiz ise ilginçbir kaynağa, kır sıçanına uzanıyor.Kır sıçanı diğer pek çok memelidenfarklı olarak hayatını tek bir eşle geçirir(memelilerin sadece % 3% 5’i monogam,yani tek eşli bir yaşam sürer). Aynı aileninbir diğer üyesi olan çayır sıçanının ise çokeşli bir yaşam tarzı vardır. Bilim insanlarıbu iki yakın türün beyinlerini inceleyerekeşe bağlılığın sinirsel temelleri hakkında çok önemli bilgiler elde etti. Eşler arasındaki bağlılığı oksitosin ve vasopressinadı verilen iki hormonun kontrol ettiğinibuldular. Anne ile çocuk arasında gözlenen bağlılığın gerisinde de aynı hormonvar. Kır sıçanlarının beyninde bu iki hormonun reseptörlerinin sayısının çok dahafazla olduğu bulundu. Her iki hormon dabeynin ödül sistemini etkiliyor. Bu konuda en güçlü delil, çayır sıçanlarının beynindeki vasopressin reseptörünün sayısı genetik olarak artırıldığında elde edildi.Çayır sıçanları kır sıçanları gibi tek eşli biryaşam sürmeye başladı.
Aşk Acısı
Aşık olunan biri tarafından reddedilmenin ne kadar acı verdiğini tahmin edebilirsiniz. Bu tecrübeyiya arkadaşlarınızda gözlemlediniz ya da kendiniz yaşadınız. Michigan Üniversitesi’nden Ethan Kross veMarc Berman yakın zamanda sevgilileri tarafındanterk edilen 40 gönüllünün beyinlerini inceleyerek ayrılığın beyindeki etkisini belirlemeye çalıştı. Deneklere önce terk eden sevgililerinin fotoğraflarını gösterdiler. Onlar fotoğrafa bakarken işlevsel MRI ilebeyinlerini görüntülediler. Kontrol amacıyla bir deromantik bir ilişkilerinin olmadığı arkadaşlarının fotoğraflarına bakarkenki beyin görüntüleri elde edildi. Denekler istemeyerek ayrıldıkları sevgililerininfotoğrafına bakarken beyinlerinin “ikincil somatosensory korteks” ve “dorsal posterior insüla” adlı bölgelerinde etkinlik gözlendi. Oysa arkadaşlarının fotoğraflarına bakarken herhangi bir fark gözlenmedi.Kross ve Berman bu sefer deneklerin kollarına sıcaklık uyarısı (ılık ve hoş bir sıcaklık uyarısı ya da acı veren sıcaklık uyarısı) verdi. Yine fMRI ile beyin etkinlikleri belirlendi. Acı veren sıcaklık uygulandığında beynin yine aynı iki bölgesinin etkinleştiği gözlemlendi. Bu denemelere ek olarak araştırmacılar ogüne kadar acı ve beyin konusunda yapılmış yaklaşık 500 çalışmayı incelediklerinde, bu çalışmaların %88’inde beynin aynı bölgelerinin, yani “ikincil somatosensory korteks” ve “dorsal posterior insüla”nın fiziksel acı ile ilgili olduğunun bulunduğunu gördüler.Bütün bu sonuçlar âşık olunan birinden istemeyerekayrılmanın sonucunda çekilen acının fiziksel acı gibigerçek bir acı olduğunu gösteriyor.Öte yandan bilim, sevgilinin dokunmasının acıyakarşı koruyucu etkisi olduğunu da belgeliyor. Virginia ve Wisconsin üniversitelerinden iki grup araştırmacının katkısıyla gerçekleşen ve James Coan’ın liderliğinde 2006 yılında yapılan bir çalışmada, mutlu bir evliliğe sahip kadınların ayak bileklerine hafifelektrik şoku verilerek deneyden hemen önce ve deney sırasında beyin görüntüleri elde ediliyor. Deneyin ikinci aşamasında ise kadınların eşleri yanlarında durup onların ellerini tutuyor ve elektrik şoku eşler el eleyken veriliyor. Aynı güçteki elektrik akımıverilmesine rağmen bu sefer elektrik şoku kadınların beyinlerinde çok daha düşük düzeyde tepki yaratıyor. Deney, evliliklerinde problem yaşayan denekler üzerinde tekrarlandığında, eşinin elini tutmasının denek üzerinde herhangi bir koruyucu etkisi olmuyor. Sağlıklı bir ilişki ve seven bir eşin dokunması tansiyonun düşmesini, kaygının azalmasını sağlarken strese karşı da koruyucu etki yaratıyor. Eşler arasındaki sevgi arttıkça dokunmanın etkisi de artıyor.Helen Fisher ve onun gibi âşık beyni anlamayaçalışan diğer bilim insanları, bilimin aşk, seks ve eşbağlılığı hakkında önemli gerçekleri açığa çıkardığını fakat açıklayamadığı daha çok şey olduğunu belirtiyor. Bu bilinmezlikler ise şüphesiz yaşantımızarenk katıyor. Tıpkı aşk gibi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder