25 Mayıs 2012 Cuma

Aşk dilini öğrenmek...

                                
Fakat zaman geçmiş, aşk dejenere edilerek içinde yalnız cinsellik bırakılmış. Aşkla sarmalanmış bir cinsellik anlamlı. Aksi takdirde aşk, aşk olmaktan çıkıp, bayağılaşır, yalnızca aşk kelimesinin posası kalır...
Bu nitelemeden sonra aşkı tanımlamak elzem bir hâl alır. Aşk bilindiği üzere Arapça bir kelimedir. "Aşaka" kökünden gelir. "Aşaka" ise sarmak sarılmak anlamlarına gelir. Aşk bir noktada sarılmaktır. Bir sarmaşık gibi maşuka sarılmak. Beşeri aşkın başlangıç evresi de budur. Metafizik aşkın başlangıç noktası da... O yüzden aşk dilini öğrenmek ve onu konuşmak zor zanaattır.
Fakat bir bitki olan sarmaşık nasıl bağlandığı ağacı sarıp sarmalıyorsa, aşk kapısından da öyle içeri girmek gerekir. Aşk çeşmesinden ondan sonra su içmek gerekir. Bu demde sabır öncül ve ayrıcalıklı unsurdur. Aşk maşukuyla orantılı olarak gelişir. Âşık maşukdan gıdalanır. Maşukdan yüz bulamayan bir âşık bir yürek yarasının iri acılarını yaşasa da,  bu gönül yarası menzile ulaşma yolunda bir azığa dönüştürülebilir. Beşeri aşk tadılmadan ilâhi aşkı aramak aşk denizinde beyhude kürek çekmek gibidir.
Aşk dilini öğrenmek için bütünüyle hazırlı olmak gerekir. Zihni bağlamda hazırlıksız olmak dahi, aşk dili konusunda yayan yapıda kalmak demektir. Bundan dolayı ariflerin çoğu aşk dilini öğrenip, aşk yolunda yürümek için genelde beşeri aşkı araç olarak kullanmışlardır. Vasıta olmak, köprü olmak önemlidir. Bu süreç de Hz. Havva annemizin işlevi düşünülmelidir. Çünkü o Âdem babamızın dünyaya açılan penceresi, köprüsü olmuştur. Bu örnek aynı zamanda aşkın kısmi olarak gücünü de ortaya koyar.
Aşk dilini öğrenmek fazlasıyla çalışma isteyen bir iştir. Bu nedenle aşkın dili, âşıklardan öğrenilir. Muhyiddin-i Arabîler, İmam-ı Gazaliler, İmam-ı Rabbaniler, Mevlâna Celaleddin-i Rumiler, Yunus Emreler, Hacı Bektaşi Veliler... aşk dilini terennüm eden bilgelerdir. İbni Rüşd, İbni Tufeyl gibi bilgeler de yine bu yolda çok başarılı olmuş erenlerdir. Galib Dede diye nâm alan Şeyh Galib'de öyle...
Şeyh Galip aşkı eksen edinen üstadlardandır. Divan edebiyatımızın bu usta şairi, şiirlerinde dünyevi ya da beşeri diye nitelenen maddi aşktan ilâhî bir aşka geçişi anlatır. Metafizik bir donanımla ilâhî aşkı zerre zerre tadan şairimiz, ilâhî aşkın beraberinde getirdiği vuslattan bütün müminlerin müstefid olmasını ister. Çünkü her mü'minin her zaman sevgililerin en sevgilisinin adaletine, yardımına, hepsinden önemlisi muhabbetine ihtiyacı vardır. Hâl böyle olunca insanın da yeryüzü gezegeninde ve sonsuz olan öte âlemde mutluluğa ulaşmasının sırrı, bu aşkı tadmasıyla doğru orantılıdır. Bir başka ifadeyle, insanın iki dünyada mutluluğu, aşkı tadmasıyla mümkündür. Aşk varsa mutluluk vardır, aşk varsa huzur ve adalet vardır. Bu nedenle Şeyh Galip'in mısralarında "aşk yolunun" haritası çizilmeye çalışılır. Sürekli olarak Allah'a vasıl olmak için insan yüreklerinin Allah aşkıyla donanması gerektiği anlatılır. Bu noktada insanın yaratılış serüvenine de değinilerek, insanın kâinatta ayrıcalıklı olarak yaratıldığına vurgu yapılarak, onun yeryüzünde yaratılmışların halifesi olduğuna değinilir ve bütün bunlar şu iki mısrada mecz edilir:
"Hoşca bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin sen."
Kısacası, Şeyh Galip aşk dilini iyi konuşan, iyi konuşmakla yetinmeyip onu hayata geçiren ve insanlara da bu dili başarıyla öğreten bir aşk hocasıdır.
Bu nokta da aşk ile sevgi arasındaki fark nedir, sorusu da akla gelebilir... Aşk, ileri derecede bir sevgidir. Sevginin son kertesi, kemâle ermesidir. Nitekim tasavvufta, Allah'a duyulan sonsuz sevgi bu sebeple  "aşk" kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu nedenle, kalbini dünyevî etmenlerden arındıran ve yüreğini sadece Allah aşkıyla dolduran bir aşk erinin gözünde Allah'tan başka hiç bir şeyin değeri yoktur. Çünkü Allah'a gönül verilmiş, Allah candan sevilmiştir. Tabiî tasavvufta bu aşka ulaşmak için bir takım merhaleler ve menziller vardır. Allah'ın yarattıkları sevilecek; Peygamber sevgisinin gizemi keşfedilecek; sonra da Allah sevgisine vasıl olunacaktır.
İşte aşk dilini öğrenmek bu yüzden önemlidir. Aşkın dilini konuşanlar aynı zamanda aşk yolunu bilenler, aşkın sırrını anlayıp ve Marifetullah'ı kavrayanlardır. Sırların sırrının yüceliğine, büyüklüğüne vakıf olanlardır. Tasavvufî deyimle, "Hak, bilinmeğe muhabbet etmiş", bu aşk ve muhabbet kâinat-ı izhar'a sebep olmuştur." Bu aşk, "Hakk'ın zatı'nın ilk taayyünü, zatının iktizasından ibaret olan, aşk"tır. Aşk şairi Mevlâna'nın mısraları da bu gerçeği bütünüyle anlatır:
"Aşk, parıl parıl parlayan bir alev gibidir.
Sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.
Hakdan başkasını öldürmek de (Lâ) kılıcıdır.
İllallah kaldı, gerisi hep gitti.
Yaşa ey aşk, yanış yıkılıştaki ortağın gitti."
Allah'ın seçkin kulları olan Peygamberler, aşk taşıyıcıları, aşk müjdeleyicileri ve dağıtıcılarıdırlar. Âlimler de onların mirasçıları... Mü'minler de âlimlerle birlikte aşkın müjdeleyicisi olan Peygamberlerin takipçileri, izcileridir...
Netice itibariyle,  İslâm aşk dinidir. Hz. Peygamber aşkı dağıtmak için gönderilen son uyarıcı, son aşk halkasıdır. Kur'an, aşk kitabıdır. Mü'minler ise aşk dilini öğrenmeye çalışan öğrenciler, aşk yolunun onurlu yolcularıdır...
Bir kudsî hadiste de aşk şöyle anlatılır:
"Beni talep eden Beni bulur. Beni bulan Beni sevmeye başlar. Beni seven Beni bilir, Beni tanır. Beni tanıyan Bana âşık olur. Her kim bana âşık olur Bende ona âşık olurum..."

0 yorum:

Yorum Gönder